Bölüm 1
- Home
- Tomorrow I Will Die. You Will Revive.
- Bölüm 1 - Bugün bir karpuz tarlasındaydım. Hafızamı kaybettim.
“Hafızamı kaybettim.”
“Hafızanı kaybedene kadar kız arkadaşınla ateşli bir gece mi geçirdin? İşte bu yüzden şu an bir suçlusun.”
“Beni dikkatle dinle! Gerçekten hafızamı kaybettim!”
“Ayrıca neden bana Hanımefendi demiyorsun? İşte bu yüzden şu an bir suçlusun.”
“Hanımefendi, lütfen dalga geçmeyin. Ben ciddiyim. Gerçekten hafızamı kaybettim.”
“Ah Tanrıçam, neden bu kadar korkunç bir yüzle doğmak zorundaydın ki? İşte bu-”
“Seni yumruklayacağım.”
Pazartesi.
Hayır, bekle, bugün Salı.
… Görünüşe göre hafızam bana bugünün, bu hafta okula geldiğim ilk gün olduğunu söylüyordu.
Şüphesiz lisemin revirindeydik ve okulun hemşiresiyle konuşuyordum. Bu, emin olduğum tek gerçekti. Diğer parçalar hâlâ hayal meyal geliyordu.
“Ve ne? Ne zaman hafızanı kaybetmeye başladın, Akitsuki?”
Okul hemşiresi Higumo benimle net bir şekilde konuşuyor, kaba bir şekilde ismimi söylüyordu.
Çoktan bahar gelmişti, buna rağmen bu öğretmen beyaz paltosunun üstüne açık mavi atkısını sarınmıştı. Şüphesiz kadının mevsimlerden haberi yoktu.
Şehvetli kıvrımları ve güzel yüzüyle erkek öğrencileri arasında güzellik konusuydu ve bu noktada yakasını gevşetti, benimle alay ediyor görünerek teşhir eder gibi bacak bacak üstüne atmıştı. Ancak, açık saçıklığın hiçbir biçiminden hoşlanmadığımdan benim için boşuna. Bu yüzden bir süredir bana göğsünü yaslama zahmetine girmemeli ve bacaklarını bir daha kaldırmamalısın. Benim bir erkek olduğumdan haberin var mı?
Bahar rüzgarı pencereden esti. Ferahlatıcı bir koku hemşirenin ofisini doldururken uzun saçlarımı dalgalandırdı. Hayır, bir dakika. Şimdi böyle şeyleri konuşma zamanı değil. O kadar çok değil.
“Pazartesiden beri hatırladığım hiçbir anım yok. Pazar gecesi uyuduğumdan itibaren uyanana kadar olan hiçbir şeyi hatırlamıyorum.”
“Uyandığın zaman ne oldu?”
“Bir karpuz tarlasındaydım.”
“…Peeekiii?”
Az önce söylediğim şeyi kendi kendime düşündüğümde bile fazlasıyla tuhaftı. Buna rağmen gerçek buydu, bu yüzden yapacak bir şey yoktu.
Üstelik, en tuhaf kısmı bu değildi.
“Bir duş almak için eve dönmek istedim ama tamamen geç kaldığımı fark ettiğimde fikrimi değiştirip okula gelmeye karar verdim. Bu sırada bugünün gerçekten Salı olduğunu fark etmedim.”
“Düşünmeme müsaade et, karpuzların arasında banyo yapmak istediğini mi kastettin?”
“Asla öyle bir şey söylemedim!”
Pazar günü uyuyakaldıktan sonra bir karpuz tarlasında uyanmıştım. Okula geldikten sonra nedense bugünün salı olduğunu fark etmiştim. Ne dediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu üstelik kendimi ifade etmekte de zorlanıyordum.
“Hey, uyurgezersin değil mi? Okulun bir numaralı suçlusundan beklendiği gibi.”
“Tamamen imkansız!”
“O zaman sarhoş oldun, değil mi? Okulun bir numaralı suçlusundan beklendiği gibi.”
“İçmedim.”
“Çünkü müthiş derecede tehditkar bir yüzün var. Okulun bir numaralı suçlu-”
“Yeter artık! Ya da sana vuracağım!”
Öfkeyle, saçma bir şekilde gevezelik eden okul hemşiresine sert sert baktım.
Anlaşılan bu ahmaklığı öğrenciler arasında popülerdi ve neden olduğu hakkında fikrim yoktu. Dürüst olmak gerekirse böyle kayıtsız bir öğretmene danışmak gerçekten istemiyordum ama büyük hastanelerden birine gidip de, “Şey, görüyorsunuz ya. Hafızamı kaybettim. Hehe.” diyebilecek kadar cesaretim de yoktu. Eğer olsaydı bunun sadece büyük bir hata olmasını dilerdim.
“Öhm, ancak ciddi bir şekilde düşünürsek en akla yatkın açıklama senin basitçe pazarı pazartesiyle karıştırman olmaz mı? Gerçi bu da yeterince gerçekçi değil.”
“Cidden.”
Ne demek istediğini anlıyordum ama kesinlikle öyle olamazdı.
Tam olarak bu yüzden bu fingirdek okul hemşiresine danışmak zorunda kalmıştım.
“Lütfen dikkatli dinle. Bu sabah annem bana, dün uyandıktan sonra aynaya bakıp aniden tuhaf bir çığlık attığımı ve dışarı fırladığımı söyledi. O zamandan beri nerede olduğum bilinmiyordu. Baktığımızda hâlâ pijamalarımı giyiyorum. Ancak hiçbir şey hatırlamıyorum, yani…”
“…”
“…”
Üstümüze sessizlik çöktü.
“Bu, o korkunç görünüşünden dolayı…”
“Yeter artık! Bunu söylemeyi o kadar çok mu seviyorsun?”
Higumo kıkırdadı ve nihayet benimle ciddi bir konuşma yapmaya karar verdi.
“Pekala, sanırım az önce söylediğin şey doğru.”
Tekrar bacak bacak üstüne attı, benimle konuşurken işaret parmağı dudağındaydı,
“Bu bir hafıza kaybı vakası.”
“Ahh.”
Hafıza kaybı.
Bunu kabullenmek istemiyordum ama başka imkan yoktu.
“Evet, hafıza kaybı. Hah?”
Higumo uzun saçını döndürürken bunu düşünür gibi mırıldandı.
“Bu kesinlikle hafıza kaybı olsa da, hafıza kaybının ‘Burası neresi? Ben kimim?’ gibi kötü olanından tut, ‘Bayan Higumo’yu aşağı ittiğim ana kadar her şeyi hatırlıyorum…’ gibi durumlara kadar pek çok çeşidi vardır. Bu durumda sen hafızanın belli bir kısmını hatırlayamıyorsun. Hafızanı kaybettiğin süreç çok daha büyük de olabilir. Sanırım senşn durumun ikincisi?”
“Ah-ah, öyle olduğuna eminim.”
“Yani beni ittiğin gerçeğini kabul ediyorsun demek, ha?”
“Konuya geri dönelim…”
Kendimi tanıtışımdan kolaylıkla anlaşılabileceği üzere bütün hafızamı kaybetmemiştim.
Adım, Akitsuki Sakomoto.
Sakurahime Senior Lisesi’nde okuyorum, burada ikinci senem.
Dört kişilik bir ailenin en büyük oğluyum ve bir kız kardeşim var.
1.85 boyundayım ve 70 kiloyum.
Doğum günüm favori futbolcumunkine denk geliyor.
Hobim, yaz ve kış boyunca tapınakları ziyaret etmek.
Korkunç bir yüzle doğdum ve bu yüzden suçlu olarak ünlüyüm.
Yine bu yüzden bir tane bile arkadaşım yok. Ayrıca, sınıfımdaki herkes benimle arasına belli bir mesafe koyar. Sıra değiştirdiğimiz her zaman yanıma gelen kızın sonradan kederli bir ifade takındığını görürüm. O kadar çok oldu ki alıştım.
İlkokuldan beri bu ayrımcılığı yaşamak beni yoldan çıkardı ve gerçek bir suçlu olmama neden oldu. Sınıf arkadaşlarım, komşularım, okul ofisindeki öğretmenlerim, kısacası bu dünyadaki herkes beni hor görmeye başladı. Küçük kız kardeşim bile bana “Benimle konuşma, seni piç,” gibi şeyler demeye başladı. Herkes beni görünüşümle yargılıyordu. Ah, başkalarının bemim hakkımda ne düşündüğü umrumda bile değil.
“H-hah? Akitsuki, ağlıyorsun.”
“Ağlamıyorum! Tekrar söylersen seni gebertirim!”
“Ehe, anladım.”
Higumo anlamsız sorular sormayı kesti ve esnedi.
Sanırım kendiliğinden esnemenin çok zor olduğunu bilen insanlar hâlâ var.
“Yani hafızanı kaybettin. Ama böyle desen de gerçekten yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Beyninle ilgili bir problem olabilir, hastaneye gidelim mi?”
“Hayır, hastaneyi unut.”
Bunun üstüne böyle bir yaygara çıkarmak istemiyordum.
“Cidden çok inatçısın, değil mi? Sanırım elimden gelen bir şey yok. Ama önce mevcut durumdaki ilk muayenemizi yapalım.”
“Mevcut durum…”
Sorunu çözememiştik ama yapabileceğimiz bir şeyin olmadığı doğruydu.
Tsk, demek çıkış yolu yoktu.
Umutsuzlukla portatif samdalyeden kalktım.
“Bay bay o zaman. Belki tekrar gelirim.”
“Ah, bu arada Akitsuki…”
Hm? Higumo’nun bıkkın sesini duyduğumda tekrar ona doğru döndüm.
“Saçın çok uzun değil mi sence de? Bu okul kurallarına aykırı. Ayrıca kısa kestirirsen daha havalı gözükürsün.”
“Ben bir suçluyum, önemi yok.”
“Bir suçludan beklendiği gibi. İstediğiniz zaman buraya tekrar gelebilirsin.”
Siktir, neden tekrar gelecekmişim?
Seksi öğretmen kollarını bağladı ve öfkeyle kapıyı çarpmadan önce dilimi şaklattım.
Güneşin vurduğu bir koridorda yürüyordum.
Hava çok güzeldi, sanki dünkü fırtına hiç yaşanmamış gibiydi.
Dur, benim hatam. Dünden önceki günü kastettim. Dün hava açık mıydı blutlu muydu hiçbir fikrim yok.
O kadar sıcaktı ki koşsam çok terleyecektim. Koridor öğle yemeği molasında keyifle konuşan öğrencilerle doldu.
İkinci yılını okuyan bir öğrenci olalı birkaç gün olmuştu.
Koridorda önceki yılların alışıldık grupları toplanmış ve yeni gruplar kurulmuştu.
Elbette benimle hiçbir ilgisi yoktu. Bir şey söylemek zorunda olsaydım bu, koridor boyunca yürürken esnememeye çalışmak hakkında olurdu.
Kasvetli bir nefes verdim ve sessizce sınıfın kapısını açtım.
Neredeyse bütün sınıf arkadaşlarımın gözleri anında bana döndü.
Ancak göz göze gelmeden önce hepsi gözlerini kaçıracaktı.
“Haaa…”
Sıram orta dizinin en arkasındaydı.
Vaktin geçmesini beklerken başımı avucuma yasladım. Benimle kim konuşacaktı ki?
“Hey, Mariko’nun dediği doğru muymuş?”
“Öyle görünüyor. Anlaşılan üçüncü sınıfların suçlusu onu taciz etmiş.”
Nasılsa kimsenin benimle konuşmaya gelmeyeceğini biliyordum, bu yüzden diğerlerinin konuştukları şeylere kulak vermeyi bıraktım.
“Bu çok korkunç. Keşke öğretmenler biraz dikkat etse.”
“İşe yaramaz. Bizim okulun öğretmenleri anca korkudan tir tir titrerler. Sonuçta bizim sınıfta-”
O anda kız sesini normal olmayacak derecede düşürdü.
Ben mi? Benden mi bahsediyor?
İlk olarak şunu söyleyeyim: Suçlu olarak görüldüğüm için herhangi bir soruna neden olmuyorum.
Varlığım başlı başına rahatsız edici olabilir miydi? Ya da sadece yaşayan bir yüktüm.
Öyleyse size yardım edemem. Haha, ölmek mi?
“Cık.”
Bilinçsizce cıkladım ve aniden kötü bir şey yaptığımı fark ettim.
Beklendiği gibi kızlar titremeye başladılar, ayağa kalkıp sınıfın köşesine koştular.
Şok olan kızlar, sanki özür dilemek istermiş gibi çekingen bir şekilde bana bakarken birbirlerine yaklaştılar.
Daha sonra gözlerim örgülü minyon bir kızla buluştu, ancak o kız da gözlerini hızla kaçırdı ve bu neredeyse gözyaşlarına boğulmama neden oluyordu.
“Kahretsin…”
Sırama uzanıp gözlerimi kapatırken bir nefes verdim. Şu okul olabildiğince hızlı bitsin.
Ders başladığından beri somurtarak sıramda yatıyordum ancak öğretmen de dahil olmak üzere hiç kimse bana seslenmemişti. Bu durumda öylece kalkamazdım bu yüzden okul bitene kadar omuzlarımdaki ağrıya katlanmaya devam ettim.
Ahh, yoruldum.
Eve gittiğimde annem, “Dün hangi cehenneme girdin?” dedi. Ben de tıpkı isyan dönemindeki bir ergenin yapacağı gibi “Kes sesini, seni ilgilendirmez!” diye cevapladım. Anne, bu bir yanlış anlaşılma. Ben de iyi bir çocuk olmayı çok istiyorum ama doğru zamanı bulamıyorum.
“Oh.”
“Vay.”
Odasından çıktı.
“Yo, dönmüşsün.”
“Ne yapıyorsun? Benimle konuşma, şerefsiz.”
Kız kardeşim öfkesini benden çıkarır gibi sopuk bir sesle cevapladı. Saçları küt kesimdi,kaküllerinin altında kalan gözleri koridorun sonuna bakıyor, bana hiç dikkat bile etmiyordu.
Bu, kardeşim Yukiko Sakamoto. Gelecek bahar ortaokuldan mezun olacak.
Ufak vücudu anneme benziyordu; onun güzel yüzü benimkinden tamamen farklı olduğundan hiç kardeş gibi görünmüyorduk. Daha candan olsa çok popüler olabilirdi. Maalesef ki konuşma konusunda benim yaptığım gibi kaba olan yolu tercih ediyordu.
“Bugün yine aylaklık etmesen iyi olur adi herif.”
“Hm? Bugün mü?”
“Dün çıkardığın sorunlardan sonra aptallık yapma.”
“Eh…”
Dün mü? Bir dakika.
“Yukiko! Dün beni gördün mü?!”
“Hah? Aslında-”
“Dün ne yaptım?! Sana nasıl görünüyordum?”
Şüpheyle bana bakan kardeşimin omuzlarını sarstım.
Dün benimle birlikteymiş gibi görünüyordu.
“Bana ne yaptığını mı soruyorsun?! Bu kendine sorman gereken bir şey!”
“Söyle işte! Benim hakkımda ne düşündüğünü bilmeliyim!”
“Hah? S-senin hakkında ne düşündüğümü… Bu–”
“Yalvarırım! Dürüstçe söyle! Benim hakkımda ne düşünüyorsun?!”
“….!”
Hiç takınmadığım kadar ciddi bir yüz ifadesiyle konuya girdim. Nedense Yukiko’nun yüzü kızarmış, dudakları hafifçe aralanmıştı.
“N-ne düşünüyorum, ş-şey, bence sen ha-…..”
“Hm?”
Yüksek sesle konuşur musun lütfen?
“Dediğim gibi, s-sen ha-…..”
“Hey, sorun ne? Ateşin mi var?”
Yukiko kekelemeye devam etti, bu yüzden kahkülünü çekip elimş yüzüne koydum.
Belki de onu rahatsız ettiğim için elimi iterken ağlamaklı bir yüz ifadesi takındı.
“Hey, b-bana dokunma pislik!”
Kız kardeşim yandaki odasına girip kendini içeri kapatırken bağırdı.
Annem merdivenlerden yukarı bakıp bağırdı, “Ne yapıyorsunuz?” Ona geri bağırdım “Kapa çeneni yaşlı cadı!” ve kendimi odama kapatıp kilitledim. Yukiko’nun derdi neydi? Neden bana sadece dün ne olduğunu söylememişti? “Ahh, Tanrıçam…”
Eşyalarımı köşeye attım ve yatağa uzandım.
Odam sessizliğe gömüldüğünde beni bir uyuşukluk aldı.
Ancak aniden o kazayı hatırladım ve attığım yerden çantamı tekrar aldım.
“Bir bakayım, hatırladığım kadarıyla buydu.”
Eve gelirken aldığım gazeteyi çıkardım ve sayfaları sırayla çevirdim.
Ah, buldum.
“Takiou Lisesi’nin Kız Öğrencisi bir kazada öldü.”
Başlık büyük, korkunç kelimelerle yazılmıştı. İki kere kontrol ettim.
Bu karanlık haber, yerel haberlerin ortasında yer alıyordu. Genelde haberleri okumam ya da TV programlarını izlemezdim ama bu bir istisnaydı.
“Demek ismi ‘Yumesaki Hikari’ymiş, hah.”
Ölen o kızın ismini mırıldandım.
Çalışma masamın çekmecesini çektim ve içinden yırtık pırtık bir öğrenci el kitabı çıkardım. Zarar vermemek için dikkatlice açtım ve yırtık bir fotoğrafta yazan aynı ismi buldum.
Dün ne olduğunu hatırlıyordum. Hayır, dünden önceki günü kastetmiştim.
Yağmurda ölen kız.
Aslında böyle bir kazayı hatırlamak istemiyordum. Neyse ki yüzünü görmemiştim. Birinin, özellikle de bir kızın ölüm anındaki yüz ifadesini görmek istemiyordum.
—–ömrünün yarısını kullanarak.
Soğuk ses, yağmur gibi zihnimde yankılandı. Batan güneş perdeleri delip geçti ve yüzüme vurdu.
O lanet olası adam kimdi?
Siyah cübbeli belli belirsiz adam.
Varlığı, soğuk yağmur tarafından yaratılmış bir serap gibiydi.
Hafızam o kadar bulanıktı ki sanki çocukken gördüğüm rüyalar bir anda gerçek olmuş gibi hissediyordum.
Ona, hadi bakalım demiştim. Ama mantıksal açıdan bu imkansızdı. Şimdiki haberler duygusuz bir şekilde ölümünü yayınlamışlardı.
Kız ölmüştü.
O gölgeli adam, yağmurdan oluşan bir seraptı.
Kızın ölümü bende öyle bir travma bırakmıştı ki Pazar günü yaşadıklarımı unutmuştum.
Ama hepsi bu muydu?…
“Tuhaf olan ben miyim?”
Bilinçsizce söylediğim kelimeler beni mahvetti. Öyle değildi.
Gözlerimi öğrenci el kitabına çevirdikten sonra bir kere daha iç çektim.
“Geri götürmeliyim…”
Haberlerde bir yanlışlık yoksa bu el kitabı ailesine geri götürülmeliydi. Artık onunla bir şey yapamazdım.
Ancak,
Geri götürecek cesaretim yoktu.
Çünkü bu kitapçık—
“….cık.”
Gün batımında kaç kere cıkladım bilmiyorum. Perdeleri çektiğim için artık güneş ışığı gelmiyordu, yatağa uzandım.
Bilmiyordum ve artık umursamıyordum.
Sessizlikle çevrilince nefes seslerim ve kalp atışlarım kulağımda çınlamaya başladı.
“Bir kazada ölmüş, hah.”
Gözlerimi kapatırken bir kere daha mırıldandım.
Eğer şimdi uyursam sanırım tekrar uyanamayacağım, ya da hafızamı kaybedeceğim.
“Sorun olmayacak, değil mi?”
Çok sıradan bir şekilde, kendimi rahatlatır gibi söyledim.
Bilincim kısa sürede karanlığın ince örtüsü içinde kayboldu.
Sanki bugünden kaçıyormuşum gibi.
Sorun yok, kesinlikle iyi olacağım.
“Bu iyi değil.”
“Bekle, şimdi çok heyecanlandım. Bu kız oyunu çok ilginç.”
Bugün Çarşamba.
Hayır, bekle. Yanlış söyledim, perşembe.
Hayır, cuma… Eh, perşembe mi? Ahh, artık umrumda değil!
İlk dersin ortasında, sabah dokuz civarıydı ve ben şu anda revirdeydim.
Elbette, beklenen sebepten dolayı.
“Hanımefendi, işler burada daha da kötüye gidiyor. Hafızamın başka bir gününü daha kaybettim… Önce televizyonu kapat!”
“B-bekle! Bu karakter tıpkı sana benziyor, Akitsuki. Görünüşü–”
“İşini yap seni salak!”
Kumandayı kaptım ve televizyonu kapattım. . Sonra Higumo’nun asık suratına karşılık olarak yüzümde korkunç bir ifade ile ona baktım ve koltuğa çöktüm.
“Ah, hadi ama. Bu arada, üstündeki pisliğe bakıyorum da. Yine karpuz tarlasında mı uyudun?”
“Evet, yine orada uyudum.”
Bu sefer de karpuz tarlasında uyanmıştım ve tarih…
“Perşembe.”
“Evet, perşembe.”
Hafızamdaki bir günü daha kaybetmiştim.
“Oho. Çok fazla uğraşıyordun, değil mi? Sanırım bunun yüzünden bütün hafızanı kaybettin. Bir suçludan beklendiği gibi.”
“Ne yapacağım? Bu iyiye gitmiyor…”
“Ah, hah, neresi komik bunun şimdi?”
Bu dehşet verici şey tekrar olmuştu. Hafızamı kaybetmiştim ve kendimi tekrar karpuz tarlasında bulmuştum.
“Öğretmen, cidden bunun hakkında ne düşünüyorsun? İşler oldukça kötü, değil mi?”
“Evet. Birbirini takip eden her gün hafıza kaybı diye bir şey hiç duymamıştım. Bir fikrin var mı? Aslında bir yapay insan olman gibi! Ya da öyle bir şeyler.”
“Yapay insan, ha. Anlıyorum, şimdi her şey mantıklı geliyor….”
“Ah, ha? Az önce bana bunamışmbir bakış mı attın sen?..”
“Hahaha, demek öyle. İnsan değilim, hah.”
“Üzgünüm. Dikkatimi veriyorum, lütfen normale dön Akitsuki.”
Higumo atkısını düzeltti ve metal rafından bir kitap aldı.
“Sen gittikten sonra hafıza kaybına bakmaya başlayacağım. Ama insanların sırayla günleri hatırlamadağı bir vaka hiç yok.”
“Doğru, biliyorum. Bu benim yapay bir insan olduğum anlamına geliyor.”
“Ehm, cidden üzgünüm… Bu arada başka bir olasılık buldum.”
“Başka bir olasılık mı?”
Higumo kalın kitaptan bir sayfa açarken başını salladı.
Orada yazan terim…
“Disosiyatif kimlik bozukluğu mu?”
“Evet, ‘Çoklu Kişilik Bozukluğu’ olarak da bilinir.”
Çoklu kişilikler.
Bu terim beynimde bir çan gibi yankılandı.
“ÇKB (Çoklu kişilik bozukluğu) hakkında yazılanlar bunlar. Ruhsal sağlığını korumak için insanlar hüzünlü anılarını mühürlemeyi seçebilir. Böyle durumlar nadirdir. Bu tür vakalarda mühürlü anılar bir şey tarafından uyarıldıklarında farklı bir kişilik haline gelebilir ve bu semptoma…”
“ÇKB ha.”
“Öyle.”
Higumo masanın üzerindeki kupayı alırken bir kere daha başını salladı. Gözlerim, üzerine baskılanmış kelimelere kaydı. Sutera, ha? Ne tatlı bir isim. Gereksiz bir anı daha kazandım.
“Hiçbir fikrin var mı?”
“Hayır.”
Eğer olsaydı memnuniyetle geçen haftanın anılarını ve az önce öğrendiğim gereksiz şeyleri mühürlerdim.
“Öyle mi? Ama durum böyle ilerlerse gözünü açık tutmak zorundasın. Kitap, alternatif kişiliğin daha sık ortaya çıktığı ve ev sahibini ele geçirdiği durumlar olduğunu belirtiyor.”
“—hah?”
Bu dehşet verici sözlerle afalladım.
Orada dur bakalım.
Burada neler oluyor? Eh, o da ne demek?
Eh?
“Hata olabilir. Hastaneye gitmen daha iyi.”
“…”
“Akitsuki?”
“….. Ben…..”
“Akitsuki… Ağlıyor musun?”
“…. Çöp….”
“Eh?”
“Daha yapamadığım… Hâlâ çok şey var…”
“Örneğin?”
“Kızlara dokunmak istiyorum…”
“Bir suçlu olarak dürtülerini kontrol etmelisin.”
“Ah… Neden bir suçlu oldum ki…”
“… Ağır belirtiler, hah?”
“Kahretsin…”
Sonra ne olduğunu gerçekten hatırlamıyorum.
Higumo’nun bana hastaneye gitmemi öğütlediğini hatırlıyorum ama onu görmezden geldim.
Revirden çıkarken yolda tökezledim ve sınıfımın kapısını çok hızlı çektim. Sınıfın ortasındaki öğretmen ve öğrenciler şok olmuştu ama onları görmezden gelerek kapıyı kapattım.
Kaybetmeyi kaldıramayan birine benzemiyor muydum? Ne yaptığımı bile bilmiyordum.
Hemen okuldan çıktım ve neredeyse bir saat şehirde dolaştım.
En sonunda karpuz tarlasında durdum ve yere çöküp ağladım.
“Waaaah!”
Geçen insanlar muhtemelen benim kafayı yemiş olduğumu düşünüyorlardı.
Hava muhteşemdi, bulutsuzdu.
Güneş batmak üzereydi.
Gözyaşlarım tükendikten sonra eve yürüdüm.
“Neden çok geç kaldın? Ne yapıyordun pislik?”
“Ben geldim. Anne nerede?”
“Bugün işi var. Durumu anladıysan heöen yemek yapmaya başlamalısın. Sana sadece bugünlük yardım edeceğim.”
“Ha?”
Kardeşimin üzerinde bir önlük vardı ve şaşkınlıkla onu inceledim…
Birden daha kadınsı olmuştu. Ama biraz daha kilo alsa daha iyi görünecekti.
“S-senin sorunun ne? Neden bana öyle bakıyorsun? İğrençsin. Bakmayı kes!”
“Yukiko, senin abin olduğum için memnunum.”
“Eh… Neyden bahsettiğini bilmiyorum?!”
“Şu ana kadar yaptığım her şey için özür dilerim.”
“Ne diyorsun—?!”
Aniden, nefret edilmeye tamamen hazırlıklı olan kız kardeşime onu sevdiğimi ifade etmiştim. Ah, bu çok sıcak ve sevecen hissettiriyordu.
“Seni salak! N-ne yapıyorsun şu an?! Abi?!”
“Teşekkürler, Yukiko.”
Sarılışımı daha çok sıkılaştırdım.
“A-abi…”
Ona yaklaşık 20 saniye boyunca sarıldım ve sonra nazikçe bıraktım. Gözleri parlarken saçmalamaya başladı ve odasına geri döndü.
“B-bunu bloguma yazmam gerekecek. Hayır, önce bir taslak yazsam daha iyi olur…”
Sonra ortadan kayboldu.
Blog mu? O da neydi?
Pekala, önce bunu unutalım. Kız kardeşimin sözleri aklıma bir şey getirmişti.
“Doğru, günlük.”
Odama girdim ve kapıyı kilitledim.
Perdeleri kapattım ve olabilecek bütün boşluklsrı örttüm. Sadece ahşap çalışma masasının üzerindeki masa lambasına güvenerek karanlık odada kalemimi aldım.
Masanın kenarında yeni bir not defteri açtım. Bir süre boş sayfaya bakmayı sürdürdüm.
…… Ehhh…………ah….
Ne yazacağımı bilmiyordum. Böyle durumlarda en önemli şey bir şeyler yazmak, herhangi bir şey ve akışına bırakmaktır.
Kalemin kağıdın üzerinde kayışı fon müzik gibi gelirken düşündüğüm şeyleri apaçık yazdım.
Diğer ben’e.
Bunlar benim son sözlerim olabilirdi.
[Yo, naber? Pazartesi ve Çarşamba günlerini bedenimde geçirmek nasıldı? Bedenimin kontrolünü ele geçiriyormuşsun gibi görünüyor.
Şey, artık umrumda değil.
Üzgünüm, onu kastetmedim. Bu çok komik.
Ama pes ettim. Bu beden ailem ve toplum için sadece soruna neden oluyor. Bu bedeni alabilirsin.
Ama son bir dileğim var.
Lütfen kız kardeşimi koru, o benim hayatımdan daha değerli.
Ayrıca ebeveynlerimle karşılaş ve onlara beni büyüttükleri için minnettar olduğunu söyle.
Hepsi bu kadar, gerisini sana bırakıyorum.
Şey, senin için bir hediye gibi sayılacak şeyler var. Bilgisayarımda gizli bir anime klasörü var, onunla ne istersen yap.
Şifre “Ookiihaseigi”. (Büyük adalettir)
Güle güle, diğer ben.
Akitsuki Sakamoto’dan.]
“Fiyu.”
Yazmayı bitirdiğimde not defterini masanın ortasına, en çok ilgi çeken yere koydum.
Heyecanla bir iç çektim.
Pişmanlığım yoktu.
Hiçbir şeyden pişman değildim.
Yatağa uzanırken kendi kendime söyledim.
Hayır, en azından kardeşimle son bir yemek yemeliydim.
Fikrimi değiştirip benimle akşam yemeği yemesini teklif etmek için kardeşimin kapısına tıkladım.
Duş aldım ve, bedenim ve zihnim uyuştuğunda yatma vakti çoktan gelmişti.
Herkese güle güle.
Son anlarımdan önce basitçe veda ettim ve bilincim karanlığa gömüldü.
O gece hayatımda hiç çekmediğim kadar derin bir uyku çektim.
“… Cumartesi.”
Her zamanki gibi uyandım.
Telefonumun tarihi bana yine bir gün atladığımı söylüyordu.
Sadece bu sefer, diğer günlerin aksine karpuz tarlasında uyanmamıştım.
Üstelik başka bir şey daha vardı.
“Şaka yapıyor olmalısıın.”
Not defteri masanın üstündeydi.
Ama apaçık bir şekilde benim koyduğumdan farklı yerleştirilmişti.
Defter, masa lambasının üzerinde duruyordu ve şüphesiz bana okumam gerektiğini işaret ediyordu.
Artık düşünecek zamanım yoktu.
Garip bir görev duygusu beni endişelendiriyordu ve öfkeyle defteri açtım.
İçinde yazanlar—
“… O siyah pelerinli piç kurusu.”
Neler olduğunu anladım.
O günden beri aklımda olan yağmur seslerinin gerçek kimliği.
“Yarım derken bunu kastediyordu.”
İpleri kopmuş bir kukla gibi yatağa yığıldım.
Gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Defterde yazılı kelimeleri görünce ne yapacağımı bilemeden başımı tuttum.