Bölüm 16
“Dur! Kılıcın bile yok!”
“Bir tane daha var.”
Jaehwan boyutsal sırt çantasından bir kılıç çıkardı. Bu, Kabuslar Kulesi’nin 88. Katından aldığı Ejderha Kılıcıydı.
Mino bağırdı, “Bu yeterli olmaz!..”
O daha sözünü bitiremeden savaş patlak verdi. Adaptörler hızlıca hep bir anda hamle yaptılar. Farklı silahlardan aralıksız saldırılar geliyordu. Aralarında Mino’nun tanıdığı özel beceriler de vardı.
‘Ateş Kralı’nın On Dörtlü Vuruşu!..’
Bu, Kaos’un On Klanından biri olan Ateş Kralı Klanı’nın ana saldırı becerisiydi. Son dereceye kadar eğitilirse silahın ateşi kullanmasına ve alanı yakmasına müsade ederdi.
‘Demek Ateş Kralı Klanı gerçekten de alt klanlara beceri satıyor!’
Orman yanıyordu. Ateş Kralı’nın ateşi yolundaki her şeyi yakıyordu ve çılgın Tilki Klanı içinden durdurulamaz bir şekilde koşuyordu. Jaehwan kendini hazırladı.
Mino onun ne yapmaya çalıştığını biliyordu. Jaehwan’ı durdurmak zorundaydı.
Bir [Saplama], tek başına Ateş Kralı’nın On Dörtlü Vuruşu’nu durdurmak için yeterli değildi.
Ama Mino gördüğü şeye inanamıyordu. Beş duyusuna inanamıyordu. Zamanın hükmü, gözlerinin önünde bozguna uğratılmıştı.
[Geçersiz]
Jaehwan’ın yanındaki Mino, sadece kısacık bir an görebildi. Jaehwan’a saldıran kılıçlar yavaşlıyor ve Jaehwan aralarından zahmetsizce geçiyordu.
‘… Rüya mı görüyorum?’
Saldırıların hiçbiri Jaehwan’ın güçsüz görünen bedenine değmiyordu. Sanki Jaehwan yoktu.
[Şüphe]
Silahların arasında sadece Jaehwan’a görünen bir yol vardı. Sadece dünyadan şüphelenen o kişinin görebileceği bir çizgi. Jaehwan’ın kılıcı hareket etti.
Bu bir saplamaydı, sadece bir saplama.
Büyük bir şey değildi ama kesinlik ve ritmik hareketlerle kılıç, düşmanların bedenlerini biçti. Işık parladı ve karanlığı aydınlattı. Kızıl Tilki’nin altı üyesi küle dönüştü.
“LANET OLSUN! ÖLDÜRÜN ONU!”
Kalanlar çılgına döndüler ve saldırmak için eşleştiler. Dört taraftan da Ateş Kralı’nın On Dörtlü Vuruşu geldi, ateşten bir zindan hücresi oluşturdu. Bu karşı çıkmak için hiçbir şans bırakmayan bir saldırıydı.
Yine de, Jaehwan içinden hiç zarar görmemiş bir halde çıktı.
“… Nasıl?”
Ateşten zarar görmeden çıkmasından fazlası vardı.
[Anlayış]
Ateş, şimdi kılıcının ucunda toplanıyordu, sanki gerçekten de kılıcından çıkıyordu. Kötü bir şeyler olmak üzereydi. Kara Tilki, Klant bir saldırının geldiğini hissettiği an bağırdı.
“Millet! Siper alın!”
O anda Jaehwan sapladı. Ama bu sefer sadece basit bir saplama değildi.
Hava çekildi ve sessizlik büyüdü. Bu kısa sessizlik anında Klant ve diğer Adaptörler nefeslerinin kesildiğini, ciğerlerinin çırpındığını hissettiler. Klant bu hissi, hayatı boyunca sadece birkaç defa yaşamıştı.
O da, Kaos’un en güçlüsü On Klan’ın Liderine karşı geldiği andı.
Hava patlarken alev püskürdü. Ateş fırtınası onları silip süpürürken orman ve insanlar neredeyse küle dönüştü. Çığlıklar, patlamalar ve parçalanan ağaçlarla duyulmaz oldu.
Ateşten geriye kalan şey kavrulmuş küldü.
Mino baştan sona her şeyi izlemişti.
O an anladı. Jaehwan, ikiboynuzlunun cesedini aptal olduğundan vermemişti. Ruh kılıcını aptal olduğundan ödünç vermemişti. Bütün bu Adaptörler etrafını sardığında kaçmaması, aptal olduğundan dolayı değildi.
Sadece çok fazla güçlüydü.
Ağaçların arkasına zorlukla saklanabilmiş olan Klant mırıldandı,
“… Böyle bir adam nereden çıkıp geldi?”
Klant, [Cadı Avı] için yoldayken ‘Ruh Silahı’ ile çıkagelen bir aptal olduğu raporunu almıştı. Ama bu bir aptal değildi; canavardı. Ateş Kralı’nın On Dörtlü Vuruşunu engelledikten sonra beceriyi bozmuş ve onu daha güçlü bir saldırıya dönüştürmüştü. Basit bir saldırı, takımının yarısını yok etmişti.
Orta seviye bir beceriden korunmak 3. Seviye bir Adaptör için mümkündü ama onu bozup geri göndermek duyulmamış bir şeydi. Klant adamın ne kadar güçlü olduğunu hayal bile edemiyordu.
Kanghun, Klant’ın ona baktığını görür görmez kekeledi.
“B-bu mümkün değil!”
“Geri çekilin!”
Kanghun dişlerini gıcırdattı.
“Ruh Silahı bende! Muhtemelen onu bu silahla yenebilirim!”
Klant, Kanghun’un Ruh silahı olduğunu iddia ettiği siyah kılıca baktı ve başını salladı.
“Hayır. O çok güçlü.”
“Bu doğru değil!”
Sonra Kanghun, Jaehwan’a hücum etti. Jaehwan ateşin içinde yaklaşıyordu ve Kanghun saldırı için en iyi becerisini kullandı. Bu silah bir ikiboynuzluyu tek vuruşta öldürecek kadar güçlüydü. Bu silahla kesinlikle-
Saldırısı kolaylıkla atlatıldı. Sadece kılıcın boş havayı kesişinin çıkardığı ses vardı. Jaehwan hiç zorlanmadan kılıcı kavrayana kadar Kanghun bütün enerjisinin kaybolduğunu hissetti.
Nasıl?!
Kanghun anlayamıyordu. Sonuçta kuleyi temizleyip çıktıktan, <Ulu Diyar>a yürüdükten ve <Kaos>a geldikten sonra, bütün bu geçen zaman boyunca becerilerini geliştirmiş ve statülerini yükseltmişti… Dişini çok sıkmıştı.
Kanghun, Jaehwan’ın Ruhani Gücünü hatırladı.
[Ruhani Güç: 154]
1. Evre Adaptörlerinki bile ortalama 1000 oluyordu, yani bu hiçbir şeydi.
“Böylesine berbat statlarla nasıl…”
Jaehwan’ın gözleri kısıldı.
Bunu son duyduğundan beri uzun zaman geçmişti. Statlarını yükseltmek ve seviye atlamak için çok çalıştığı bir zaman vardı. Onun Kule günleriydi. Statlarını yükseltmek ve daha iyi itemler kazanmak için çok sıkı çalışmıştı. Jaehwan, Kanghun’u anlıyordu ve bu yüzden onunla konuşabiliyordu.
“Bu yüzden zayıfsın.”
“… Ne?”
Jaehwan ona doğru yürüdü. O yaklaşırken Kanghun korkuyla geri adım attı. Jaehwan’ın gözlerindeki derinliği anlayamıyordu. Bu, statlar ya da sayılarla anlaşılabilecek bir şey değildi. Kanghun aklı başına geldiğinde yere diz çöktü. Jaehwan uzandı, kılıcı ondan aldı ve Kızıl Tilki Klanı’nın kaçan üyelerine doğrulttu.
Saplama. Ama daha ciddiydi. Bu becerinin nasıl kullanılacağını gösterir gibiydi.
Kanghun neler olacağını anladığı için titredi.
“… N.. Nesin sen?”
Gözleri umutsuzlukla dolarken kılıçtan bir ışık, direk dünyanın kendisine yöneliyor gibi görünen hırçın ve güçlü bir enerji parladı. Kaçmaya çalışan Klant şokla arkasına baktı ama artık çok geçti.
“İnanamıyorum…”
Klant göğsünde bir delikle yere serildi. Orman boyunca buna benzer sesler duyuldu.
Bu, Kanghun’un görebildiği son şeydi.
Gecenin karanlığında orman yanmaya başladı. Mino karanlık gökyüzüne baktı ve eski günleri anımsadı.
‘Mino, suikastçı olmaya uygun değilsin.’
İlk başarısızlığından sonra lider ona bunu söylemişti. Hayır, her başarısızlığından sonra duyduğu şey buydu. Lider onunla her zaman yumuşak kalbi ölümüne neden olacakmış gibi konuşurdu.
Bunu inkar etmek istemişti.
Bu yüzden yasak olduğu halde kişisel talep almıştı. Onlardan soğuk kalpli olmayı öğrenmeyi umarak kasıtlı bir şekilde haydutları ve suçluları ortadan kaldırmak gibi zor görevler alırdı. Bir sürü suçluyu avladığı yarım yıldan sonea ‘Katliam Cadısı’ ünvanı dahi almıştı. Ancak bugün şunu sormak istiyordu,
‘Hey, Lider. Bir suikatçı gibi davranmadığım için şu an hayatta kaldığımı biliyor musun?’
Mino ondan sonra aldığı ekipmanlarla kılıcını besleyen Jaehwan’a döndü. Gizemliydi.
‘Gerçekte kim o?’
Savaş hâlâ gözlerinde oynuyordu. Daha önce hiç böyle bir dövüşe şahit olmamıştı. Ona kaçmasını teklif etmek bir utançtı.
“Hey.”
Mino tereddüt etti ama hemen sonra Jaehwan’a seslenmeye karar verdi.
“Gerçekten nesin sen?”
Jaehwan ona baktı ve kılıcına geri döndü.
“Bana söyleyebilir misin? Lütfen?”
“Ben mi? Hmph.”
Jaehwan o an Mino’ya baktı ve sırıttı. Sonra konuşmaya başladı.
“Zaten beni tanıyorsun.”
“… Ne?”
“Unuttun mu?”
Sanki hayal kırıklığına uğramış gibi bir bakış attı ve Mino afalladı. Onun kendisi ya da öyle bir şey hakkında konuştuğunu hiç hatırlamıyordu. Mino düşünürkek Jaehwan başını salladı.
“Ne kadar üzücü, görünüşe göre sen de hafızanı kaybettin.”
“Hah?”
“En azından hafızasını kaybeden tek kişi ben değilim.”
Mino o an anladı ve şaşkın bir sesle cevap verdi.
“Vay canına… Sen… Sen gerçekten…”
Bugün yaptığı şeye şu anda karşılık vereceğini düşünmemişti. Mino güldü.
“Utan.”
Jaehwan cevap vermedi.
“Dönüş taşımı ver.”
“Bende değil.”
“Hah? Neden?”
“Çünkü kaybettim.”
“Ne? Pahalıydı! Nasıl kaybettin?”
Mino onunla konuşmaya başladığında Jaehwan cevap vermedi. Kılıcının ekipmanları yeme sesi ve Mino’nun ona çıkışması nasılsa çok huzurluydu. Sanki Jaehwan kaybettiği geçmişine dönmüştü. Soğuk bir esinti saçını okşadı ve Jaehwan gökyüzüne baktı.
İlginçti. Gökyüzü ve yıldızlar vardı. Jaehwan uzun zamandır aradığı o şeyin gece gökyüzü gibi bir şey olduğunu düşündü. Onun bu gerçek dışı dünyada insan olduğunu kanıtlayabilecek bir şey.
“Gerçekten beni hakkımda bir şeyler bilmek mi istiyorsun?”
Mino birden konuşmayı bıraktı.
“O zaman dikkatli dinle.”
Mino hevesle başını salladı ve Jaehwan konuştu.
“İnsanım.”
“… Benimle dalga mı geçiyorsun?”
Mink bağırmaya çalıştı ama Jaehwan sordu.
“SEN insan mısın?”
“Elbette, insanım! Demek istediğim-”
Jaehwan sırıttı.
“Öyleyse bu yeterli.”
“Ne?”
“Yeterli.”
“Ne demek istiyorsun?..”
Mino bir kere daha sormak istedi ama Jaehwan’a bakarken ne yapacağını unuttu. Daha önce hiç bu kadar yalnız görünen bir adamla karşılaşmamıştı. Onu bir süre izleyince Mino anladı. Belki de haklıydı, belki de bu yeterliydi.
Jaehwan cebine uzandı. Parmaklarının ucunda küçük bir taş vardı. Küçüktü ama iyi işlenmişti. Soğuktu ama ağır bir gerçeklikti. Seni sadece mevcut ana götüren bir taş, dönmen gereken yerin sadece şu an olduğunu sana söyleyen bir taş.
Jaehwan o zaman eski günleri düşündü, Kabuslar Kulesi ortaya çıkmadan önceki zamanı. Kimsenin geçmişe dönmeye çalışmadığı zaman. Acı ve bazen umutsuzlukla doluydu ama kimse geçmişe dönmüyordu.
Kuleden kaçtıktan bir ay sonra.
Jaehwan ilk defa bir insan ile karşılaşmıştı.