Bölüm 16
“Bu delilik.”
Kyrie alaycı bir şekilde söyledi.
[Öyle mi düşünüyorsun?]
Nathaniel meydan okumayı bir fincan çay ile karşıladı.
Kyrie onun gölgeleme çadırının altında rahat rahat oturduğunu görünce öfkelendi.
“Gladios göstermelik olarak kahramanlık taslamıyor. Öyle görünmese bile oldukça güçlü.”
[Anlıyorum.]
“Vermont Markisi olduğu için şövalye olmadı, yetenek yoksunluğundan değil”
[Şövalyelerin On Emrini ezberleyemeyecek kadar aptal olduğu için olamadığını düşünmüştüm.]
Kyrie farkında olmadan güldü.
“Şaka yapmakta iyisin. Yapabileceğini bilmiyordum.”
[Gerçek bir asilzade, herhangi bir durumdan nasıl zevk alacağını bilmelidir.]
“Bunun birinin boynunun düşecek olması durumundan zevk almak anlamına geldiğini sanmıyorum.”
[Boynumun düşmesi mi?]
Nathaniel güldü.
[O aptal şey, Vallabriga ve Winbridge’in yapamayacağı şeyi yapabilir mi? Şaka yapmakta da iyisin.]
Kyrie kaşlarını çattı.
“Lord Nathaniel bir büyücü, Gladios ise kılıç ustasıdır. Sihirbaz ve kılıç ustasının kılıçla düello yapması saçmadır.”
[Doğru. Genelde öyledir.]
“Yoksa büyüyü mü kullanacaksın?”
Kyrie’nin aklına gelen en olası şey büyüsünü gizlice kullanmasıydı. Sözlerini daha dikkatli seçti.
“Düello devam ederken, sihir kullanımını önlemek için mana taşlarından yapılmış bir bariyer kullanılır. Büyünü kullanamayacaksın.”
[Buchanan. Bu eğlenceli şeyi nasıl bu kadar ilgisiz bir şekilde bitirebilirsin.]
“Kazansanız da kaybetseniz de faydası olmayan bir düello. Şimdi iptal edemez misin?”
[Düello isteyen ben değilim, o yüzden git kışkırtıcıyla konuş.]
Nathaniel artık konuşmayacağına dair işaretler gösterdi.
Kyrie sessizce Gladios’un bulunduğu çadıra baktı. Büyük kılıcını çıkarmış sallıyordu. Kyrie’nin bakışlarını fark ettiğinde üzgün görünüyordu. Ne düşündüğünü duyuyor gibiydi.
‘Ha! Gördüğü şey tarafından baştan çıkarılan cahil kadın! Görünmeyen şeyin değerini yakında bilecek ve pişman olacaksınız!’
“…”
Nathaniel’e söylediği gibi; kazananın kazanacağı, kaybedenin kaybedeceği hiçbir şey yoktu.
Nathaniel kazanırsa Vermont Markisi arasındaki ilişkisi bozulurdu. Kaybederse ise Gladios meşhur “Dünya beni tanımıyor” isimli kahraman şarkısını söylerdi. Bunu bildiğinden iptal etmek hala en iyi seçenekti.
“Kazanabilir misin?”
Nathaniel’in kendi tarafına baktığını hissetti.
[Kazanmamı istiyor musun?]
“Kazanırsan ya da kaybedersen değişecek bir şeyin yoksa, kazanmayı tercih edersin.”
Kyrie, Nathaniel’e dönüp bakmadı.
‘Son’ olduğunu iddia eden biriyle ne hakkında konuştuğunu bilmediğini düşünerek güldü.
“Bu bakış açısı, biraz üzücü gibi, değil mi?”
Nathaniel güldü. Sıradan insanlar için kahkahaya yakın görünen bir kahkahaydı. O kadar zevk alıyordu ki.
[Sadece nasıl konuşulacağını bilen biri olduğunu sanıyordum, ama böyle şeyler de söyleyebiliyorsun.]
“Kim her şey için sonuna kadar sakin kalabilir ki? Bunu yapmaya çalışıyorum buna rağmen etrafımda bana gerçek anlamda vurmak isteyen birçok insan var.”
Nathaniel’in gözleri daraldı.
[Oldukça dürüst oldun.]
“Evet. Bir aristokrata yakışacak bir şey değildi. Beni azarlayacaksan, şimdi yap.”
Nathaniel, hakem ve Gladios’un arenaya çıktığını görünce çay fincanını yavaşça indirdi.
[Hayır. Bu şekilde çok daha iyi görünüyorsun.]
Düşüncelerinin ötesinde olumlu bir karşılamaydı. Kyrie ona biraz utanarak baktı.
Nathaniel yavaşça koltuğundan kalktı.
Elinde tuttuğu bastondan metalik bir ses geliyordu.
Kısa süre sonra Nathaniel’in kendi vücudu gibi kullandığı bastonun üst kısmı çatlayarak saf beyaz bir kılıç ortaya çıkardı.
Kyrie, kılıcını kontrol eden Kış Kralı gibi duran adama boş boş baktı.
“O bir kılıç mıydı?”
[Evet.]
“Yani sana ödünç verilen kılıcı reddettin?”
[Evet.]
“Ama Gladios’un Kılıcı…”
Kyrie Gladios’a baktı. Rakibini ezmiş gibi görünmek istediğinden zırhını gerektiği gibi giymemişti. Elindeki büyük Siyah Kılıç ışıl ışıl parlıyordu.
[İki kılıç stili. Benim zamanımda, böyle kılıç kullananlar genellikle havalı sayılırdı, ama bugünlerde biraz farklı görünüyor.]
Nathaniel mırıldandı. Kyrie güldü.
“İki kılıç stiline karşı tek kılıçla mücadeleni izlemek zorundayım.”
[Endişeli misin?]
Diye sordu Nathaniel.
Kyrie başını yavaşça salladı.
“Hiç de değil.”
Nathaniel’in kılıcını tuttuğunu görür görmez Kyrie bunu hissetti. Ancak kılıcını kaldırdığında tamamlanabildi. O beyaz kılıç Nathaniel’in vücudunun bir parçası gibiydi. Kyrie, Nathaniel’e baktı.
“Bana yalan söyledin, değil mi?”
[Yalan?]
“Sen büyücü değilsin.”
Nathaniel Kyrie’ye baktı.
İlginç bir şey bulmuş gibi gözlerini açtı ve şakacı bir serseri gibi güldü.
[Bu doğru. Aslında ben bir kılıç ustasıyım.]
Yavaşça Kyrie’nin önünde düz çöktü. Herkesin gözleri ona odaklanmıştı.
Kyrie de şaşırdı ama Gladios’un yüzünün uzaktan çarpıtıldığını görünce nazikçe gülümsedi.
“Göründüğünden daha çok şaka yapmayı seviyorsun.”
[Yakalandım mı? Bu doğru. Sonucunda oluşan tepkiye dair sadist bir eğilimim var gibi. ]
(Ç.N: Burada, Nathaniel şaka yaparken karşısındaki kişinin şakadan utanmasını ya da acı çekmesini -ve bunu surat ifadesinde göstermesini- sevdiğinden bahsediyor. Bunun kendisinin sadist bir eğilimi olduğunu söylüyor.)
“O zaman o yüzü göremediğin için üzgün olmalısın.”
[Beklediğiniz ifade bu mu?]
“Gözlerimi bir zevke açmışken tepki veremiyorum.”
[Tadını çıkar.]
Nathaniel yavaşça uzandı ve Kyrie doğal olarak elini tuttu.
[Şuan, bu şövalye hizmet ettiği Hanımın gururu için kılıcını tutuyor. Ne istiyorsun Kyrie Buchanan?]
Kendisine gülümseyerek bakan Nathaniel’e farkında olmadan aynı şekilde gülümsedi.
“Ezici bir zafer.”