Bölüm 9
Hışırt—!
Kıyafetlerin dalgalanışı…
“Haa…”
Kaybolmadan önce havada süzülen küçük su buharcıkları.
Ve sabahın erken saatlerinde yüzüme çarpan dondurucu soğuk.
Aslında gerçekti.
Kendime bunu bir kere daha hatırlattım.
“Çok uzun sürdü…”
Rezidansın dışında beni Leon bekliyordu. Uygun bir ceket giyinmiş, beline bir kılıç kuşanmış ve saçlarını her zamanki gibi taramıştı.
“Eğer acele etmezsek geç kalacağız.”
“Doğru.”
İkimiz de boş sokakta yürümeye başladık.
Tak—
Topuklarımızın nazik sesi havada yankılanıyordu. Yanımda, aramızda belli bir miktar mesafe bırakarak yürüyordu. Bu, Julien’in şövalyesi olarak atandığı için onun göreviydi.
İçinde olduğumuz şehir Lens’di.
Burası Haven’a en yakın olan şehirdi ve bizim geçici konaklama yerimizdi. Şu anda sabahın erken saatleri olduğundan dışarıda çok fazla insan yoktu.
Taş döşeli sokaklar boştu.
Sadece ikimizdik.
“Geldik.”
Çok yürümedik. Gideceğimiz yer, şehrin merkezine yakın bir yerde olan rezidanstan sadece birkaç dakikalık uzaklıktaydı. Sokakların aksine burası insan doluydu.
Leon bana küçük bir kağıt verdi.
“İşte biletin.”
“Teşekkürler.”
Bir düşününce…
Bir şövalye olmaktansa sekreterlik ona daha uygun görünüyordu.
“Vay canına.”
Karşıya bakmak için durdum.
Önümdeki manzaraya alışmak benim için hâlâ zordu.
Böyle bir dünyaya uygun olmayan bir taşıt. Modern bir lokomotiften daha işlevli gözüküyordu.
“Bu gerçekten bir oyun.”
“Hm? Bir şey mi söyledin?”
“Yok bir şey.”
Trene binip kabinime doğru yol aldım. [A-25] Ah… İşte burada. Oldukça genişti ve bakabileceğim büyük bir penceresi vardı.
Camdan dışarıdaki manzarayı görebiliyordum. Sık ağaçlar, uzaktaki uzun dağlar ve gökyüzünü boyayan turuncu parıltı.
Huzur vericiydi…
“Nasıl? Sizi memnun etti mi, Genç Efendi?”
Leon’un sesi arkamdan geldi. Ona bakmak için döndüm.
“Sadece ikimiz olduğunda rol yapmayı bırakabilirsin.”
Bütün bu ‘genç efendi’ olayı beni oldukça rahatsız ediyordu. Ben Julien değildim. Bana öyle seslenmek zorunda değildi.
“Yapmamayı tercih ederim.”
“Sen bilirsin.”
Ama bana böyle seslenmekte ısrarcıydı.
Onu zorlamayacaktım.
Daha fazla dikkat etmem gereken başka şeyler vardı.
Mesela,
Eğer Julien bir konuşma yapsa nasıl davranırdı?
Konuşma.
Leon’un dediği gibi önceki Julien’e benzer hareket etmeliydim. Bu dünyada başka birinin bedenini ele geçirmek sadece bir hayal ürünü değildi.
Birçoğu böyle bir şeyi yapabilirdi. Kimi görünüş için kimi ise uzun ömürlü olmak için.
Eğer Julien gibi hareket etmezsem birileri anlayabilirdi.
Bunun olmasına izin veremezdim.
“İşte konuşman.”
En azından tamamen hazırlıksız değildim. Leon’a danıştığım zaman çoktan elinde benim için hazırlanmış bir konuşma metni vardı.
“Ah, teşekkürler…”
Konuşmayı görmek için kağıdı açtım. Hızlıca bir göz attım ve yolunda gitmeyen bir şey bulamadım. Aslında oldukça kısaydı.
Yeterince iyi mi?
“Konuşmayı kendim de hazırlayabilirdim.”
Eğer öyle olsaydı muhtemelen işler benim için daha kolay olurdu.
“Belki.”
Belki mi?
“Sadece risk almak istemedim.”
“Sen bana yardım ederken ben de sana konuşmamı gösteremez miydim?”
“Öyle daha uzun sürerdi.”
“…”
Konuyu burada bıraktım. Sözlerim bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor gibiydi.
Bana hiç güvenmiyor.
Not edildi.
Dikkatimi tekrar konuşmaya verdim. Uzun ve hatırlanması zor değildi. Ezberleyebilirdim.
Ben konuşmaya dalmışken tren hareket etti.
Pistonlar kükredi ve tren hızlandı.
Doğal bir hareketle pencereden bakmak için başımı çevirdim.
Farketmeden elimdeki kağıdı buruşturdum.
Hışırt—
Nihayet.
Şeytanın inine gidiyordum.
***
Haven, Leoni Salonu.
Varlığıyla orada bulunan herkesin gözlerini üzerinde toplamıştı.
Zarif görüntüsü onu diğerlerinden ayırıyordu. Zayıf ve kaslı vücudunu ön plana çıkaran giysileriyle, görünüşü oradaki herkesin zihnine kazındı.
Ağır adımlarla yürüdü ve platformun ortasına ulaştı.
“Siyah Yıldız.”
Julien Dacre Evenus.
“Geldi…”
İsmi söylenildiği zaman Aoife durumun farkına vardı.
Gözlerini onun üzerine dikti. Her hareketi, davranışı, ifadesi… Hiçbirini kaçırmadığından emin olarak hepsini hafızasına kazıdı.
O, onun ünvanını elinden alan kişiydi. Kuzenini ve akademi kurulunu etkileyen kişiydi.
Onun üstünde duran kişiydi.
「Burada, hepinizin karşısında olmak bir zevk.」
Sesinin tonu oldukça düzdü.
Yükselmiyor veya alçalmıyordu, kulağa oldukça kayıtsız geliyordu.
「Bu pozisyonda kendimi bulmak büyük bir onur.」
Sanki söylediği kelimeleri kastetmiyordu.
Aoife’nın ilk düşündüğü buydu. Ancak bir anda Julien’in bakışları değişti.
「Burada duran bir çoklarınız İmparatorluğun zirve isimleri. Göklerin gururlu çocukları…」
Keskinleşti.
「Nereye giderseniz gidin, insanlar sizi övecek. Size İmparatorluğun elitleri olarak seslenecekler.」
Tıpkı keskin bir bıçak gibi.
「Tapılması gereken bir insan.」
Salondaki kalabalığı delip geçiyordu.
「Ama… 」
Aniden durdu ve Aoife belli belirsiz bir değişimi farketti. Dudakları… Gülümser gibi kıvrılmıştı.
「Hatırlayın.」
Ve gözleri salonu süzdü.
Yavaşça fısıldadı,
「Ben sizin üstünüzde duruyorum.」
Bütün salon sessizliğe gömüldü.
Aoife’nın yüz ifadesinde ufak bir değişim oldu.
“Bu sikik…”
Etrafına baktı. Bütün öğrenciler benzer tepkiler içindeydi. Ani şok kısa zamanda öfkeye dönüştü.
İlk başta sus pus olan salon hareketlendi.
“O az önce ne dedi?”
“Bu kendini beğenmiş piç de kim?”
“Az önce öyle mi dedi?”
Aoife etrafındaki manzarayı inceledi. Kargaşa ve kaos yavaşça ayaklanıyordu. Profesörler telaşlı ve şaşkın, öğrenciler kızgın görünüyordu.
Ve tüm bunların merkezinde dikilen Siyah Yıldızın metanetli ama bir o kadar da kibirli bakışı…
“Bu doğru olamaz.”
Siyah Yıldız lider bir figür olmalıydı.
Diğer öğrencilerin örnek alacağı biri.
Halbuki şimdi,
Aoife ortamdaki kaostan gözlerini ayırdı ve gözlerini kapattı.
“Beklendiği gibi…”
Elleri yavaşça yumruk oldu.
“Julien Dacre Evenus.”
O, Siyah Yıldız olmaya uygun değildi.
***
Üzerime dikilen yüzden fazla gözün ağırlığı bana binmişti. Her hareketlerim iyice inceleniyor gibiydi.
Yürüyüşüm, bakışım ve konuşmam.
Hepsine değer biçiliyordu.
Ancak yine de gergin değildim. Geçmiş hayatımda bir pazarlamacıydım. Böyle şeyler benim için sorun değildi.
Önümdeki küçük topa hafifçe vurdum.
“Hepinizin arasında burada olabilmek bir zevk.”
Mikrofon gibi görünüyordu. Sesim bütün konukların kulaklarına ulaşarak salon boyunca yankılandı.
Şimdi bütün gözler doğrudan bana dikilmişti.
“Birçoklarınız İmparatorluğun zirve isimleri. Cennetin gururlu çocukları…”
Sesimi düz tuttum.
“Nereye giderseniz gidin, insanlar sizi övecek. Size İmparatorluğun elitleri olarak seslenecekler.”
Sadeydi çünkü Leon’un bana yapmamı önerdiği şey buydu. Nihayetinde konuşmayı hazırlayan oydu.
“Tapılması gereken bir insan.”
Ama konuşmaya uymamın sebebi bu değildi.
“Ama…”
Uymamın sebebi,
“Hatırlayın.”
Bunu sevmiştim.
“Ben sizin üstünüzde duruyorum.”
Bu kısmı söyledikten sonra neredeyse gülüyordum. Salondakilerin yüzlerinin aldığı ifadeyi görünce neredeyse telefonum olmadığı için hayıflanacaktım.
Hoş bir manzara değildi.
İğrenmiş, nefret dolu ve küçümseyen bakışların hedefi doğrudan bendim. Platformdaki yerimde durmayı ve bana yöneltilen her şeyi kabullenmeyi seçtim.
Leon’un bu konuşmayı hazırlama nedeni bunun önceki Julien’in söyleyeceği bir şey olmasına inanmasıydı.
Buna şüphem yoktu.
Ama benim konuşmayı takip etme nedenim o değildi. İsteseydim başka bir şey söyleyebilirdim.
Fakat yapmamıştım.
“Ne tür bir şaka bu?”
Aniden öğrencilerden biri koltuğundan kalktı ve bağırdı,
“Cidden Siyah Yıldız olarak seçildiğini mi söylüyorsun? Senin gibi birinin en yüksek sırada olmasını reddediyorum! Düello talep ediyorum!”
Ah, evet.
Bu, istediğim şeydi.
Klişe bir senaryo.
“Ben de!”
“Julien Dacre Evenus. Düello talep ediyorum!”
Birincisinin ardından ikincisi, sonra üçüncüsü geldi…
“Dövüş benimle!”
Bütün salon ayağa kalkıp sahnede duran bana meydan okuyan hararetli öğrencilerle doldu.
Bir kısmı birkaç kışkırtıcının gazına gelmiş gibi görünse de önemli bir kısmı benimle dövüşmeye gerçekten istekli görünüyordu.
‘Evet, işte bu.’
İstediğim etki buydu.
Zamanım dolmuştu.
Daha güçlü olmak zorundaydım. İşte bu yüzden sırtımda bir yüke ihtiyacım vardı.
Baskı.
Rahat bir ortam beni güçlü bir insana dönüştüremezdi. Can attığım şey baskıydı ve üzerimdeki baskıyı şiddetlendirmenin en iyi yolu da bütün birinci sınıf konukları kışkırtmaktan geçiyordu.
‘Her halükarda olacaktı zaten…’
Akademiye girdikten sonra kimsenin bana meydan okumayacağını düşünecek kadar saf değildim.
Bu olacaktı.
Sadece süreci hızlandırmıştım.
‘Sadece bu şekilde kendimi daha hızlı gelişmeye zorlayabilirim…’
Şimdiden hareketlerimin yükünü omuzlarımda hissediyordum. Ağır geliyordu ama yaptığım şey gerekliydi.
Gelişme sadece çaba sarfedilerek kazanılabilirdi.
Başka hangi yol beni daha iyi bir şekilde mücadeleye sokabilirdi?
‘Doğru.’
Gelişebilmem için.
Bu yapılmalıydı.
“Her şeyi yapacağım.”