Bölüm 8
“Karşılaşmanın sonucu belli oldu! Kazanan Aoife Kell Megrail!”
Ooooo-!
Kalabalık sevinçle haykırdı. Tezahüratları ifadesiz bir figürün durduğu platforma sel gibi aktı.
Büyüleyici varlığıyla bütün ışıkları üzerinde tutuyordu.
Sırtına dökülen kırmızı saçları ve sarı gözleri, çarpıcı yüz hatlarını tamamlıyordu.
Aoife Kell Megrail.
Müstakbel Siyah Yıldız ve Haven Akademisi’nin en çok gelecek vaadeden çömezlerinden biriydi.
Tezahüratları duyduğunda basitçe görmezden geldi ve rakibine üstten baktı. Jordana, ailesinin umut vadeden bir şövalyesiydi.
“Hayal kırıklığı…”
Soğuk sesi genç kızın üstüne çöktü, düşüncelerini bildirdi.
Jordana utançla başını eğdi.
“Üzgünüm.”
“Olma.”
Aoife elini uzattı, Jordana yakaladı.
“Bu beklenen sonuçtu.”
“Elimden gelenin en iyisini denedim ama rakibin bile olamamışım gibi görünüyor. Senin sahip olduğun güçten korkuyorum, yaşıtların arasında karşına tek çıkabilecek bir rakip bulamayacaksın. Haven’da bile.”
“…”
Aoife’nın itiraz edecek sözü yoktu.
Bu acı verici bir gerçekti.
Yeteneği, talim yapmak için sahip olduğu onca yılla birleştiğinde onu sıradan öğrencilerin ulaşamayacağı bir seviyeye getirmişti.
Onun ve herkesin inandığı şey buydu.
Bu yüzden,
「Kabul Mektubu」
Öğrenci Aoife Kell Megrail’i Haven Akademisine kabul edilişinden dolayı tebrik ederiz.
Bize başvurduğunuz için gururlu ve memnunuz.
Sizi bize katılmaya davet etmekten büyük onur duyuyoruz.
•[Öğrenci Derecesi: 3]
「Kabul Mektubu」
“Üçüncü sıra mı?”
Bu nasıl bir durumdu böyle?
“Bir hata mı var?.. ”
Kuzeni Atlas’ın önüne geldiğinde onun tepkisi kesin ve netti,
“Hayır.”
Elindeki kitabın sayfalarını gelişigüzel biçimde çeviriyor, ona bir bakış bile atmıyordu.
“Senden daha yetenekli bulduğumuz iki öğrenci var.”
“Daha yetenekli mi? Öyleyse… Ben?”
Uzun zamandır ilk defa Aoife’nın sakin yüz ifadesi titredi. Ağzını açtı ama sesi çıkmadı.
Boğazına kelimeler dizilmiş olmasına rağmen tek yapabildiği ağzını hareket ettirmekti.
O ana kadar,
“Julien Dacre Evenus.”
Bir isim almıştı.
Zihninin derinlerine işlenen bir isim.
“O, Siyah Yıldız.”
Ve.
“Bu role senden daha layık bulduğumuz kişi.”
***
“Konuşma, ha?”
Önümdeki mektuba baktım. Bu sabah bana Haven Akademisinin personellerinden biri tarafından verilmişti.
Şöyle diyordu: “Haven Akademisine kabulünüz için tebrikler. Akademiye girişinizi bildirmekten gurur duyarız…”
Uzun bir mektuptu.
Ama önemli noktalar şunlardı,
“Siyah Yıldız ve konuşma.”
Sınavın yapıldığı zamandan bu yana bir hafta geçmişti. Artık durumum hakkında daha çok bilgi sahibiydim.
Bu nedenle,
“Hah…”
‘Siyah Yıldız’ın tam olarak neyi sembolize ettiğini biliyordum.
Kusursuzluğu ve mükemmelliği temsil ediyordu. Diğer öğrenciler için arkasından gidecekleri bir hedefti. Benim olmadığım her şeydi.
Elimi uzattım ve soluk, mor bir büyü küresi şekillendi.
Czzz—
Oluşturur oluşturmaz saniyeler içinde parçalandı.
“Hâlâ olmuyor.”
Bu dünyada büyü vardı. Bu, en başından beri farkında olduğum bir gerçekti ve görünen o ki ben lanet büyüsünde yetenekliydim.
Yani Julien.
Ben mi?..
“Hâlâ mananı doğru dürüst kullanmayı çözememiş gibisin.”
Elime bakmaya ve odanın öbür ucundan gelen sesi görmezden gelmeye devam ettim.
Bütün dikkatimi elimde topladım.
Karnımın merkezinden sıcak bir akım fışkırdı. Onu parmaklarımın en ucuna kadar yönlendirdim.
Zihnimde canlı bir resim netleşti ve tuhaf rünler havada asılı kaldı, yavaş yavaş parmak uçlarımda duran mor halkanın içine toplandılar.
Neredeyse…
Alnımda ter damlacıkları oluştu.
Burnuma damladı.
Ucunda durdu.
Rünler kürenin içine yerleştiler. Kenarlarında soluk bir parıltı belirdi.
Evet… Biraz daha…
Yakındım.
Hissedebiliyordum.
Ben…
Czzz—
“Ah.”
Küre parçalandı.
Bütün gelişme anında yok oldu.
﹂ | [İlletli Eller] EXP + %0.01
Beklenmedik bir şey değildi. Son bir haftadır böyle oluyordu.
Ama.
“Sinir bozucu…”
Hiçbir ilerleme katetmeden tekrar tekrar denemek.
Yeterli zaman ve pratikle gelişme kaydedeceğimi düşünüyordum ama bir haftadır çalışmaya başladığımdan beri aldığım tek sonuç başarısızlıktı.
Şıp…
Burnumdan bir şey damlıyordu.
Gömleğimin koluyla sildim. Kırmızıyla lekelendi.
O anda fark ettim.
“Kan…”
“Kendini çok zorluyorsun.”
Nihayet kafamı kaldırdım. Odamın girişinde Leon duruyordu. Gri gözleri her zamanki gibi yoğundu.
“Lanet büyüsünü öğrenmeye çalışıyorsun, değil mi? Böylece zamanı geldiğinde şüpheli görünmezsin.”
“Evet.”
Hayır, tam olarak değil.
Kısmen sebebi buydu. Ama asıl nedeni, başka bir büyü öğrenmenin benim için çok zor olacağıydı.
Şu anki ben için öyleydi.
“Al bakalım.”
Leon elinde bir kağıt parçasıyla yanıma yürüdü.
“Bu senin için hazırladığım konuşma. Pratik yapmakla endişelenmene gerek yok çünkü çok basit. Ayrıca… Yazanları tıpatıp söylersen kimse bir şeyden şüphelenmeyecek.”
“Anlıyorum.”
Geri çektiği anda elimi almak için uzattım. Sonra tekrar geri çektim.
“Ne yapıyorsun?”
“Tekrar düşündüm de, bunu sana sonra vereceğim.”
“Hm?”
Burnumu işaret etti.
“Temizlen. Konuşmayı düşünecek durumda değilsin.”
“Ah.”
Doğru.
Burnumu temizlemek için en yakın mendile uzandım. Hâlâ kan damlıyordu. Beklendiği gibi biraz çok çalışmıştım.
Leon sessizce yanımda duruyordu.
Dikkatle beni gözlemliyordu.
Ta ki,
“Çıkıyorum. Konuşmadan önce buluşuruz,” diyene kadar.
Ayrılmaya karar verdi.
“Bekle. Konuşma!-”
Kağıdı ona soramadan ayrıldı.
“Lanet olsun.”
Burnuma bir mendil sıkıştırdım.
“Bana karşı hâlâ ihtiyatlı.”
Leon ile geçirdiğim hafta boyunca etrafımda hep tetikteydi. Neden böyle olduğunu biliyordum ve bundan tamamen çıkar sağlıyordum.
“Çok zamanım yok.”
Ama bunu daha uzun sürdürmemin imkansız olduğunu biliyordum.
Beni zahmet etmeden öldürebileceğini anlaması uzun sürmeyecekti. Bu yüzden ilerlemek için her şeyi göze almıştım.
Sadece güç sayesinde hayatta kalmaya devam edebilirdim.
“Gitmeliyim.”
Saatimi kontrol ettim.
Neredeyse konuşma yapacağım saat gelmişti. Gergin gibi değildim. Gergin olmaktan uzaktım.
Ama.
“O zaman ne?”
Hedefim cevaplar almaktı ve bir hafta geçmesine rağmen elimde olan tek şey daha fazla soruydu.
Burası gerçekten de ‘Üç Felaketin Yükselişi’nin dünyasıydı.
Oyunu hiç oynamama rağmen bu dünyada geçirdiğim son bir haftadan sonra durum benim için oldukça netti.
Bir haftadır sürekli burayı terketmeyi düşünmüştüm.
Buraya gelişimden önce bir kovalamacada üç kadınla birlikte uzun bir kılıçla öldürüldüğümü bana gösteren imgelem.
İmgelemdeki Julien’in geleceği miydi, yoksa benimki miydi?
Eğer bensem, Leon beni öldürmeden önce ne kadar zamanım vardı?
“Sonuç ne olursa olsun attığım her adım beni ölümüme götürecek gibi görünüyor.”
Böyle bir gelecek için en doğru cevap sadece kaçıp gitmek değil miydi? Burayı terket. Elbette eğer yaparsam güzel bir hayat yaşayabilirdim.
“Güya…”
Neden burada olduğumu bilmeyişim beni yaşama arzumdan daha çok tüketiyordu.
Sanırım zaten bir kere ölmüştüm. Hayatımı doğruyu bulmaktan daha az önemsiyordum.
“Sadece bu değil.”
Gözlerim tekrar koluma döndü.
Görüşüme dört yapraklı yonca girdi.
“…”
Yapraklardan biri parladı.
Gözlerim yaprağın üstünde kalmaya devam ederken zihnimin derinlikleri dehşetle kaynadı. Son seferki yapraktı.
Bana sınavı hatırlattı.
Yaprak, Siyah Yıldız olmamın sebebiydi.
Ne yaptığını hâlâ bilmiyordum.
Sonraki gün uyandığımda yine parlıyordu. O zamandan beri dokunmamıştım. Olayın etkisi hâlâ üstümdeydi. Zihnim tekrar böyle şiddetli duygularla başa çıkabilir miydi?
Tam olarak emin değildim.
Ama bildiğim bir şey varsa…
“Duygular.”
Öfle, hüzün, sevinç, sevgi, hayret, korku…
“Onlar tarafından tüketilmeyeceğim.”
Hışırt–
Siyah bir ceket ve ellerimdeki yaraları saklamak için siyah deri bir eldiven giydim. Hepsinin olduğuna emin olunca kapıya doğru yürüdüm.
Ne şimdi, ne asla.