Bölüm 6
Korku tarafından tüketilmek nasıl hissettiriyordu?
“Haaa… Haa…”
Kısa, üstünkörü ve tekrarlayan nefesler ağızdan çıkar.
Ba…dump! Ba… dump!
Zihinde gümbürdeyen yükselen bir kalp atışı.
Titreyen bir beden.
Terli avuçlar.
Bok-
Bok gibi hissettiriyordu.
“H-hah.”
Ne yapmaya çalışırsam çalışayım titreme kesilmiyordu.
Derin nefes almaya çalıştım ama çırpınıyor, bazen çok derin nefes alıyor ve tükürüğümde boğuluyordum.
“Akh…”
Acınası bir manzaraydı.
Biliyordum.
Ama.
“H-hah…”
Durduramıyordum.
Her bir parçamı yavaşça tüketiyordu.
Zihnimin en derin parçalarına doğru sürünüyordu.
Bu noktaya kadar sakinliğimi korumayı başarmıştım. Ama şimdi yalnızdım… Debeleniyordum.
Her parçamı ele geçiren duyguyu ve titremeyi durduramıyordum.
‘Durdur şunu… Durdur şunu…’
Bu noktada.
Ölüm o kadar fena görünmüyordu.
Ama.
“Kh!…”
Dişlerimi gıcırdattım.
“Hayır.”
Böylesine acınası bir ölüm.
Tekrar olmaz.
Ve hala neler olduğunu bilmiyorken olmazdı. En azından bu kadarını bilmek istiyordum. Kimdim? Ve neden buradayım?
Böyle bir anda ölmek istediğim son şeydi.
Bu yüzden.
“Khhh!”
Dişlerimi sıkmaya ve zihnimi ele geçiren korkuya direnmeye devam ettim.
Caart-!
Dizlerimin üzerine çökerken ellerim gömleğime sıkıca yapıştı.
Nedense ben kıvranırken bedenim refleks olarak yere kusmamı önlüyordu.
Kusmuğa dokunma düşüncesi zihnimi bulandıran korkudan daha tiksindirici görünüyordu.
Bu sanki bedenime işlemiş gibiydi.
“Sadece… Bu geçsin…”
Durum umutsuz görünüyordu ama… Yavaşça hissediyordum. O duygu kayboluyordu. Yavaş ama emin bir şekilde tekrar kendime geleceğimi biliyordum.
Gelmek zorundaydım…
“Kh… Katlan…”
Gömleğimi ısırdım ve saçıma asıldım.
“Ahh!”
O anda bir şeyi farkettim.
“Acı…”
Acı, hissettiğim korkuyu azaltıyordu.
“Ahh!”
Bundan faydalandım ve kolumun içini ısırdım.
Dişlerimin tenimi kazıma hissi semptomlarımdan çoğunu hafifletti ve yoğun acıya rağmen bunun sayesinde biraz sakinleştim.
Acı.
Başa çıkabileceğim bir acı.
“Huuu…”
İlk defa derin bir nefes alabildim.
Ellerim hala titriyordu ama zihnim berraktı.
Koluma baktım, kolum boyunca oluşan kırmızı, karmaşık desenleri inceledim. Parmağımın ucunda birleşiyor ve sonra yere damlıyordu.
Şıp. Şıp.
Yeri kırmızıya boyuyordu.
Görmezden geldim. Derin nefesler almaya devam ettim. Yavaşça vücudumun kontrolünü tekrar kazanıyordum.
Kalkmaya yetecek kadar.
Tekrar kendime gelmeyi nihayet başardığım zaman, ne kadar vakit geçtiğinden emin değildim.
Ama bu önemli değildi.
Şu anda yapmayı istediğim tek şey durumumu çözmekti.
“Burası neresi?”
Odada gezindim, parmağımı ahşap bir masanın üstüne sürttüm.
Dokunduğumda gerçek gibi hissettirdi.
Bilsem de emin olmam gerekiyordu.
Bunların hiçbiri bana gerçek gibi gelmiyordu.
“Orta çağ dekorları, tuhaf güç ve görüşler ve gri gözlü bir adam…”
Parçalar birbirlerini tamamlamaya başladı ve kafamda bir sonuca vardı. Kabullenmekte zorlandığım bir şeye.
Oyundaydım, değil mi?
‘Üç Felaketin Yükselişi.’
Daha önce hiç oynamadığım için bildiğim çok şey yoktu ama kardeşimin söylediğine göre epey popüler bir oyundu.
“Neden?”
Neden buradaydım?
Ve.
En yakındaki pencereye döndüm. Karanlık olduğu için dışarıyı görmek zordu ama benim dikkatim başka yerdeydi.
Yansımamdaydı.
Koyu ela gözleri, siyah saçları ve keskin çenesiyle, sadece görünüşü mükemmelliğin örneğiydi. Yüzüme dokunmak için elimi kaldırdım.
“Bu ben miyim?”
İnanmak zordu ama yanağımı çimdiklediğimde gerçekliği su götürmezdi.
“Delice… Bu delice.”
Her ne kadar benim gerçekliğim bu gibi görünse de hala inanamıyordum.
Gıcıırt-
Başımı çevirdim.
“…”
“…”
Tanıdık bir yüz kapıda duruyordu. Duygusuz, soğuk gri gözleriyle bana bakıyordu.
“İyi hissetmiyor musun?”
Sesi sakindi ama tek hissettiğim ürpermeydi.
Adım-
Tahta zemin ayakları altında gıcırdadı.
O ilerlerken odada garip bir gerilim oluştu.
Gözleri kısaca yerdeki kusmukta durdu, sonra bana döndü.
Adım-
Başka bir adım daha attı.
Yavaşça olduğum yere yaklaşıyordu.
Her hareketi boğucuydu. Beni suyun içinde gittikçe daha derine batırıyormuş gibiydi.
Kaçmayı düşündüm ama bunun nafile olduğunu farkettim.
Bu adamdan kaçış yoktu.
Ve…
Kaçmak istemiyordum.
Adım-
Önümde durdu.
Gözleri deliciydi. Bana imgelemde gördüklerimi hatırlatıyordu. Kılıcıyla beni deştiği zamanı.
Ne yapmıştı?..
Şıınnk-!
Boynum soğudu.
Hepsi o kadar hızlı olmuştu ki tepki vermeye vaktim yoktu.
Yavaşça konuştu,
“Sen, sen kimsin?”
“…”
Boynum, derine yavaşça gömülen kılıçtan dolayı yanıyordu.
Islak bir iz boynumdan aşağı aktı.
“O değilsin. Kimsin sen?”
Kendinden emin görünüyordu. İçinde bulunduğum bedenin sahibinin ben olmadığımdan şüphesi yok gibiydi.
Ve haklıydı.
Değildim.
Tuhaf bir şekilde, keskin bir kılıcın ucu bana doğrultulmuştu ama ben hiçbir şey hissetmiyordum.
Bakar mısın?
Bütün o korkudan sonra, korkmam gereken zaman geldiğinde hiçbir şey hissetmiyordum.
Sınav odasında yaşadığıma nazaran hafifti.
Hafifçe başımı kaldırdım.
“Neden böyle düşünüyorsun?”
Sesim, böyle bir durumda çıkacağını düşündüğümden daha sakin çıkmıştı.
Dudakları yukarı kıvrıldı.
“O, benzer bir pozisyonda olsa senin gibi tepki vermezdi.”
Bu yüzden mi?
“Nasıl tepki verirdi?”
“Beni lanetlerdi.”
İmgelemi düşündüm.
Bana o tip bir adam gibi gelmemişti.
Hala deniyordum.
“O sikik ellerini üzerimden çek.”
“Hayır, tam olmadı. Hala bir şeyler eksik.”
“Ne gibi?”
“‘O sikik ellerini üzerimden çek seni aşağılık piç’ demeyi dene. O öyle derdi.”
“Anladım.”
Gerçekten aydınlatıcı.
Boynuma dokunan kılıcı tuttum ve itmeye çalıştım. Sıktığım dişlerimin arasından söylendim,
“O sikik ellerini üzerimden çek seni aşağılık piç!”
“Daha iyi.”
Maalesef kılıç hareket etmedi.
Güçlerimiz arasında o kadar büyük bir uçurum mu vardı?
“Üzülme. Ben bir şövalyeyim. Güçlerimiz arasındaki fark senin o bedeninle kapatabileceğin türden bir şey değil.”
“Görüyorum.”
“Bıraktım ve elimi aşağı saldım.
Kanıyordu.
Yine de bu daha sakin kalmama yardımcı oluyordu.
Kalbim önceden olduğu gibi hızlı atmıyordu ve zihnim daha berraktı.
“…”
“…”
Yüz yüze duruyorduk, ikimiz de konuşmuyorduk.
Sessizliği ilk bozan o oldu.
“İlginç bir söylenti duydum.”
Sabit kaldım ve onu dinledim.
Şu anda yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Önceden sergilediğim güçler hakkında da nasıl kullanacağım hakkında da hiçbir bilgim yoktu. Başından beri deniyordum.
Şu anda.
Sadece normal bir insandım.
“Muhteşem bir aday gelmiş. Söylentilere göre bütün müfettişleri performansıyla hayrete düşürmüş. Öyle ki seçmeleri duraklatmak zorunda kalmışlar.”
Beni anlamlı bir bakışla izliyordu.
“O sendin, değil mi?”
Ah.
O anda nihayet kafama dank etti.
Şu noktada hala hayatta olmamın ve onun beni henüz öldürmemesinin nedeni.
O…
Eline baktım. Kılıcı tutan eline.
Bana karşı dikkatliydi…
“Merak ediyorum.”
İşleri kısa tuttum, yavaşça sırıttım.
“Ve bu bilgiyle ne yapacaksın?”
Kılıcı tutuşu sıkılaştı ve kılıç boynumda daha derine indi.
Acı beni zorladı, tepki vermemek için kendimi tuttum.
“Bunu söylemekten nefret ederim ama…”
Hafifçe boynumdaki kılıca vurdum.
“Bu beni korkutmuyor.”
Endişelerimin en küçüğü korkuydu.
“…”
Gözleri daha çok koyulaştı.
‘Ah, nihayet.’
Duraksamıştı.
Sağ elimi kaldırdım.
Kolumdan aşağı akan kanla kaplıydı. Oldukça güzel bir manzaraydı. Bu yüzden bu elimi seçmiştim.
“Tek yaptığım ona dokunmaktı.”
“…”
“O şekilde tepki vermesini beklemiyordum.”
Doğruydu.
Gerçekten beklemiyordum.
“Merak ediyorum.”
Önümdeki adama baktım ve elimi yaklaştırdım.
“Senin üzerinde denesem acaba sen nasıl tepki verirsin?”
***
Önünde duran adam onun tanıdığı genç efendi değildi. Tavrı, hareketleri ve daha da önemlisi…
Sakinliği.
Leon bundan emindi.
O, Julien D. Evenus değildi.
Onunla yeterince zaman geçirmişti ve bundan şüphe etmiyordu. Değişikliği ilk defa sınavdan önce farketmişti.
Garip biçimde sessiz görünüyordu.
Normal hali göz önüne alındığında doğru olmayan bir şeyler vardı.
‘Muhtemelen gergin…’
Leon bunu dikkate almadı, sınavı yüzünden gergin olduğunu düşündü.
Ama.
“Sınav neden durduruldu?”
“Tam emin değilim ama birinin sedyeyle sınav odasından çıkarıldığını gördüm. Anlaşılan adaylardan biri yapmış.”
“Ah? Öyle biri var mı?”
“Evet, kısa bir anlığına ben de onu gördüm. Gerçekten yakışıklıydı. Siyah saçlar, ela gözler…”
Aniden ortaya çıkan bu söylentiler onu düşünmek zorunda bıraktı.
Onu aramakta tereddüt etmedi.
Ve…
“O sendin, değil mi?”
Kılıcının kenarı Julien’in boynuna baskı yapıyordu, tutuşunu sıkılaştırdı.
‘İkisinin aynı kişi olmasının imkanı yok.’
Artık bundan emindi.
O, onun tanıdığı genç efendi değildi.
Onu özellikle ihtiyatlı olmaya iten şey tepkisizliğiydi. Kılıcının boynunu kesmesi ihtimaliyle yüzleşiyordu ve istifini bozmuyordu.
Ona tanıdık gelen ela gözler aniden farklı hissettirdi.
Sanki tanıdığı genç efendinin soğuk bir kabuğuna bakıyordu.
“Merak ediyorum.”
Sırıttı. Neredeyse onunla alay ediyordu.
Onunla oynuyordu.
“Ve bu bilgiyle ne yapacaksın?”
Leon kılıcı daha sıkı tuttu ve Julien’in boynuna daha çok bastırdı.
Bu bir gözdağıydı.
‘Tepkisiz mi?..’
Etkisiz bir gözdağı.
Sadece orada dikiliyordu.
Ve hala…
Hala…
Çok göz korkutucu görünüyordu.
Neden böyle olmuştu?
“Bunu söylemekten nefret ederim ama…”
Hafif hareketlerle kılıcın ucuna vurdu.
“Bu beni korkutmuyor.”
“…”
Leon sessizliğini korudu, kasları gerildi.
O anda…
Şıp. Şıp.
Julien kanla ıslanmış elini kaldırdı.
“Tek yaptığım ona dokunmaktı.”
Sesi alçaktı.
Kelimeleri durumu anlatıyor gibi görünüyordu. Muhtemelen sınav odasında ne olduğunu.
Ama.
“O şekilde tepki vermesini beklemiyordum.”
Leon için.
Onun kelimeleri.
“Merak ediyorum.”
Daha çok…
“Senin üzerinde denesem acaba sen nasıl tepki verirsin?”
Uyarı gibiydi.