Bölüm 4
Yolu göster… Ama nereye giden yolu?
İmgelemdeki adamın arkasında onu takip ederken ayak seslerim kulağımda yankılanıyordu.
İmgelemdeki halinden daha gençti ve sadece benim kuruntum muydu yoksa gerçekten solgun mu görünüyordu?
Hareketlerime dönersek tamamen içgüdüsellerdi.
Bu duruma nasıl geldiğimi de bilmiyordum, önümdeki adamın kim olduğunu da. Hayır, tam olarak öyle sayılmaz… Aslında inanmak istemediğim bir fikrim vardı.
Ancak..
Kesin olarak bildiğim bir şey varsa, o da önümdeki adamın göz açıp kapayıncaya kadar beni öldürebileceğiydi.
Yanlış bir harekette ölürdüm.
“Efendi, sınavı geçmenizi istiyor. Başarısızlık durumunda sizi aileden reddetmeye hazır.”
Önümde ilerlerken soğuk ve sakin sesi boş koridorda yankılanıyordu.
Bütün süre boyunca sessiz kaldım.
“Sınavı geçmeniz gerçekten çok önemli. Benim hatırım için de ne kadar önemli olduğunu anlatamam.”
…
Sınav mı?
Ne sınavı?
Kulağımı dört açıp dikkatle dinledim. Her bilgi kırıntısı benim için hayati önem taşıyordu.
“Bununla birlikte, böyle bir durumun yaşanacağına inanmıyorum. Siz sınavı geçmek için fazlasıyla yeteneklisiniz. En azından sadece bir yıldır çalışanlardan daha kötü olamazsınız.”
Yol boyunca konuşmaya devam etti. Onu dinlerken gözlerim istemsizce çevreyi izliyordu.
Burası ne tür bir yerdi?
Koridor çok büyük görünüyordu. Mor perdeler asılmış büyük pencereler koridoru aydınlatıyordu. Sanki ortaçağ havası veriyordu.
Ama imkansızdı, değil mi? Nasıl mümkün olabilirdi?..
“Geldik, Genç Efendi.”
Büyük ahşap bir kapının önüne varmdığımı farketmeden önce kendimi hazırlamak için fırsatım olmadı.
Ayaklarım duraksadı. Adam, içinde yüzlerce insanın ayakta durduğu büyük bir salona açılan kapıyı itti. Herkes salonun sonundaki diğer bir kapıya bakacak şekilde düzenle sıraya girmişti.
“Sen kimsin?..”
Kısa, siyah saçlı ve gözlüklü bir kadın bana yaklaştı. Elinde bir pano tutuyor ve beni baştan aşağı inceliyordu.
Güzelliği kalbimi sıkıştırdı.
Tekrar sorusuna düşündüm, “Sen?” ve cevap veremedim.
Bunu ben de bilmek istiyordum.
“…”
Yine de sakinliğimi korudum. Gözleri göğsüme çevrilmeden önce birkaç saniye öylece dikildik ve kadın nihayet anladı.
“Ah, Evenus Baronluğundan olmalısınız.”
Panosuna bir göz attı.
“Julien Dacre Evenus. Sizi görebiliyorum.”
Julien Dacre Evenus?
Panosuna vurarak gülümsedi.
“Lütfen beni takip edin, sizi müfettişlere götüreyim.”
Kısa bir anlığına arkama bakmadan önce rahatlayarak gizlice nefes verdim. Gözlerimiz bir an buluştuğunda kafasını salladı. Uzağa baktım ve hanımefendiyi takip ettim.
Beni uzaktaki kapıya götürüyor gibi görünüyordu. İlerlerken üstüme dikilen gözleri hissettim ancak aldırmadım.
İstemediğimden değil, sadece dikkatimi onlarla dağıtamazdım.
Kalbim çarpmaya başladığında çoktan kapıya yaklaşmıştım bile.
Bildiğim tek şey bir sınavım olduğuydu. Ne tür bir sınav olduğunu bilmiyordum.
Avuçlarım terli ve bacaklarım kurşun gibi ağırdı.
Her adım öncekinden daha ağır hissettiriyordu.
Sadece takip etmemin tek nedeni durumun beni buna zorlamasıydı.
İlerlemek zorundaymışım gibi hissettiriyordu.
Peki ya şimdi?
Şimdi ne yapmam gerekiyordu?
“İşte geldik. Lütfen çok gerilmeyin, ısırmazlar.”
Kadın zarifçe, büyük ve cömert dekore edilmiş bir odanın kapısını açtı. Şık tablolar, bozulmamış beyaz sütunların etrafını çevreleyerek duvarları süslüyordu.
Dikkatimi çeken ilk şey odanın ortasındaki, dört kişinin oturduğu büyük ahşap masaydı. Önlerinde sarı saçlı ve mavi gözlü bir çocuk vardı. Garip bir üniforma giymişti ve o kişilerin önünde dimdik ayaktaydı.
O dört kişiden gelen dehşet verici bir baskı hissettim. Aralarındaki siyah dalgalı, uzun saçlı kadın dikkatimi çekti.
Bu dört kişinin amiri gibi duruyordu. Görünüşünden dolayı değil, etrafa saçtığı aurasından dolayı öyle düşünmüştüm.
Güzelliğinin ötesinde bir şeye sahipti. Tam açıklanamayacağım bir şeye.
Sadece ne tür bir?..
“Sen Julien olmalısın.”
Önündeki kağıtlara baktığında dudağı hafifçe kıvrıldı. Uzağa bakıp ileriyi işaret etti.
“Sınav için gelmiş olmalısın. Lütfen ortaya ilerle.”
“…”
Uymaktan başka seçeneğim yoktu.
Onlara yaklaştığımda önümdeki insanlarda bir tuhaflık olduğuna daha çok ikna oldum. Tarif edemiyordum ancak sadece onlara yakın durmak bile aşırı derecede baskı yapıyordu.
Omuzlarıma kayalar yüklenmiş gibiydi.
Yine de sakinliğimi korudum ve yüzümü sabit tuttum.
Ama bu sadece iki saniye sonra sağ kolumun önünde bir acı hissedene kadar sürdü. Neler oluyordu? Aşağı baktığımda dövmedeki dört yapraktan birinin aydınlandığını gördüm.
Neden olmuştu?..
Vücudum büyülenmiş gibi kendi kendine hareket etti ve parmağım onun üzerinde gezindi. Ani gelişmeden dolayı şaşırmıştım ama daha kendimi toplayamadan parmağım indi.
Ve.
Ona bastırdım.
.
.
.
“Ha?..”
Dünya zifiri karanlığa gömüldü.
Bütün duyularım devre dışı kalmış gibiydi. Hiçbir şey görünmeyen siyah alanda sessizlik yayıldı. Bomboş ve sonsuz bir boşlukta süzülmek gibiydi.
Boğuyordu.
Sonsuzluğa uzanıyor gibi görünen karanlıkta yüzerken yerime çakılıp kalmıştım. Zihnim bulanıktı ama etrafımda olan her şeyin farkındaydım.
Daha önce gördüğüm her şey başka bir imgelem miydi?
Ölüm böyle mi hissettiriyordu?
Yalnız…
Ve soğuk.
‘Ah.’
Bu his uzun sürmedi. Aniden kuvvetli bir akım vücudumu titretti ve zihnim berraklaştı.
Kendime geldiğimde vücudumu tekrar hareket ettirebildiğimi fark ettim.
Etrafım hala karanlık olsa bile.
‘Merhaba?’
Konuşmayı denedim ama ağzım açılmayı reddetti.
“…”
Sakinleştim ve zihnimde dolaşan korku ve endişeden kurtuldum. Karanlığın aklımı başımdan almasına izin vermeyecektim.
Henüz değil.
‘Hm?’
Soğukkanlılığımı tekrar kazandığımda uzakta parlayan bir ışık farkettim. Bir ışık mı?.. Saniyeler sonra ışıltısı arttı, parlaklığı içimi ısıtıyordu.
Rahatlatıcıydı.
Öyle ki rahatlıkla gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.
‘Ah…’
Tekrar açtığımda gördüğüm şeyle afallayarak nefesimi tuttum.
‘Blr çark mı?’
Altı renk ve altı kelime.
﹂ | Kırmızı – Öfke
﹂ | Mor – Korku
﹂ | Mavi – Hüzün
﹂ | Yeşil – Hayret
﹂ | Turuncu – Aşk
﹂ | Sarı – Neşe
Yukarıya bakan kırmızı, uzun ok şu anda kırmızının üzerinde duruyordu.
Öfke.
‘Bu da ne?’
Altı temel insan duygusu mu? Psikoloji sınıfında bunu çalıştığımı hatırlıyordum ama neden?..
Trrrr-!
“!..”
Çark kendi kendine dönmeye başladı.
‘Neler oluyor?!’
Renkler kırmızı, mor, mavi, yeşil, turuncu ve sarı arasında değişiyordu… Dönüyorlar, dönüyorlae ve dönüyorlardı.
Derin bir tedirginlik duygusu beni yerime sabitledi. Gözlerim sabit duran kırmızı oka kaydı.
Çark dönmeye ve renkler değişmeye devam ediyordu. Çark nihayet durmadan önce yavaş yavaş hızını kaybetti.
‘Mor.”
Korku.
Şimdi ne olacak? Avuçlarım terliyor ve bedenimi kavrayan derin huzursuzluk sanki gittikçe büyüyordu.
Vooooş-!
Ve böyle hissetmekte haklıydım.
Bir anda altımdaki zemin sarsıldı. Neredeyse dengemi kaybediyordum, tam yeniden sağlamıştım ki yerden yükselen binaları görerek hayrete düştüm.
“Ne?.. Ah?!”
Ağzıma dokundum.
“Tekrar konuşabiliyor muyum?”
Hayır, sadece bu değil… Etrafıma baktım. Yapılarla çevrelenmiştim. Hayır, tam olarak değil. Yıkılmış gibi görünüyorlardı. Mimarileri bana imgelemde gördüğümü hatırlattı ama onlar yosun ve asmayla kaplıydı.
Hava karanlık olduğu için tam göremiyordum ancak göz ucuyla uzaktaki figürleri yakalayabilmiştim.
Gölgeler mi?
Vooooş-!
İçimden, soğuk bir rüzgar beni sarmalamış gibi bir ürperti geçti. Kolumdan yukarıya sürüklenerek çıkan iki parmağın nazik dokunuşuna benzer bir şey hissettim.
“Haa… Haa…”
Nefesimin ağırlaştığını hissediyordum, yutkunmayı denediğimde yapamadığımı fark ettim. Boğazıma bir şey takılmıştı. Hayali bir şey.
Yutkunmamı engelliyordu.
“H-hah.”
Göğsüm titredi.
‘Önümde hiçbir şey yok…’
Öyleyse neden?..
Neden bu kadar korkuyordum?
“Haa… Haaa…”
Gömleğimi yakaladım, yavaşça avucumda buruşturdum. Kalbimin atışını hissedebiliyordum, oradaydı.
Hızlıydı.
Ba-dump! Ba-dump!
Ve daha yüksek.
“Ha…”
Nefesim aynı ritmi takip ediyordu.
Hızlanıyordu.
Daha hızlı.
Daha hızlı…
“Haa… Haaa… Ha…”
Hızlı hızlı ve derin nefesler alıyordum.
Avuçlarım terliydi ve şakağımdan terler akıyordu.
Korku beni ele geçirmişti.
Yavaşça beni tüketiyordu.
Hissedebiliyordum.
Ama neden?
‘Kaçmalıyım. Buradan uzaklaşmlayım.”
Bacaklarım harekete geçti. Bütün düşüncelerimi bırakıp sadece koşmaya başladım. Hızlı. Daha hızlı. Ve daha hızlı…
Biraz sonra kendimi bütün gücümle koşarken buldum. Hayatım buna bağlıymış gibi koşuyordum. Neden böyle hareket ettiğimi bilmiyordum, bildiğim bir şey varsa o da kaçmam gerektiğiydi.
Mümkün olduğunca uzağa.
“Akh!.”
Birkaç defa tökezledim, dizlerim yere çarpıp kesildi ancak her seferinde kendimi toplayıp tekrar koşmaya devam ettim. Aldığım her nefeste alev alev yakan hissi göz ardı ettim.
Kafamdaki tek düşünce kaçmam gerektiğiydi.
Gölgeler den uzağa kaçmalıydım.
“Haaa… Haaa… Haaaa…”
Zaman zaman arkama bakıyor ve onların siluetlerini yakalıyordum. Aramızdaki mesafe değişmiyordu. Nefesleri hiç tükenmiyor muydu? Bunu daha uzun sürdüremezdim.
Ciğerlerimdeki acı yoğunlaşmıştı. Ateş soluyormuşum gibiydi.
Ama devam etmeliydim.
Henüz değil…
Henüz…
Bang-!
Yüzüm sert bir yüzeye çakıldı.
*Aaahh”
Acıya aldırmadan yukarıya baktım.
“Hayır, ben….”
Bir gölge ortaya çıktı. Belirmesi benim için hala bir gizemdi. Önümde sendeledi, bir tür avmışım gibi beni yukarıdan izliyordu.
“Ah… Yapma…”
Boğazıma çöken korku şiddetlendi.
Beni boğmak üzereydi.
“Ben… Ben…”
Kelimeler ağzımdan çıkmayı reddetti.
Ve o anda.
“Aaahh!”
Gölge boğazıma uzandı,sıkıca kavradı. Gözlerim dışarı fırladı ve vücudumun gittikçe gevşediğini hissettim.
Ah, hayır… Ölecektim. Ölecektim. Ölecektim!..
Tutuşunun altında hissettiğim çaresizlik, kalbimin sürekli çarpışı, zayıflık ve beni sıkıştıran korku. Bunların hepsi o son anlarda aklıma kazındı.
Yaşadığım şey…
Gerçekti.
Ve o anda.
Çat Çatırt-!
Boynumun kırıldığını ve dünyanın tekrar karanlığa gömüldüğünü hissettim.
Ve bir ışık aniden beni yuttu.
“Aday öğrenci? Aday öğrenci?”
“Ah?..”
Yavaşça başımı kaldırdım, sağ kolumdaki dövmenin olduğu yere bakıyordum. Artık acımıyor ve parlamıyordu.
Ancak.
Kolum titriyordu.
Daha önce hissettiğim duygular… Onları üstümden atamamıştım. Duygulardan kurtulamıyordum. Beni boğuyordu.
Çıkmaya ihtiyacım vardı.
Nereye çıktığı farketmezdi.
“Aday öğrenci? Her şey yolunda mı? Bütün gün bekleyemeyiz.”
Önümde oturanlardan biri, kırmızı sakallı hantal adam kaşlarını kaldırdı, önümdeki genç adamı işaret ediyordu.
“Bize nelerin olduğunu göster…”
“Ah.”
Ayaklarım kendi kendine hareket etti.
Sanki ihtiyacım olan şeyi bulmuşum gibi önümdeki genç adama yaklaştım. Bana hoşnutsuzlukla bakıyordu. Sanki ‘Ne yapıyor bu?’ der gibiydi.
Ama umursamadım.
Ona dikkatimi vermedim ve ilerlemeye devam ettim.
Daha farkına varmadan onun önüne gelmiştim. Tam bir şey söylemek için ağzını açacakken ellerim başına uzandı ve iki taraftan sıkıca kavradı. Ellerim hala titriyordu ama kafasını sıkı bir şekilde tutmaya devam ettim.
Yüz ifadesi değişti.
“Sen, ne yapıyorsun?!”
Ama umurumda değildi.
Yüzünün kenarlarını hissederken, ağzım yumuşak bir mırıltıyla açıldı,
“Korku.”
Zihnim boşaldı.
Kendimi anın içinde kaybettim.
Kendime geldiğimde daha önce durduğum noktada dikiliyordum. Ellerim artık titremiyordu, daha sakin düşünüyordum.
Ya da öyle sandım.
“Y-yardım!.. Haa… Haa!”
Aşağıya baktığımda önceki genç adamı yerde gördüm ve afalladım. Yüzü solgundu ve iki eliyle başını tutarken “Ah… Üzgünüm… Ah!” gibi şeyler mırıldanıyordu.
Göz göze geldiğimizde yüz ifadesi çarpıldı ve göz bebekleri büyüdü.
“Ahhhh! H-hayır!”
Aceleyle geriye kaçtı.
Neler oluyordu?
“Ah.”
Önümde küçük bir pencere belirdi.
O an anladım.
﹂ | Sv 1. [Korku) EXP + %10
Yapmıştım.