Bölüm 3
’Acıyor…’
Görüşüm kayboldu ve yerini bitmek bilmeyen acımasız acıya bıraktı. Göğsümü birisi art arda yumrukluyormuş gibi hissettiriyordu.
Hayır…
Daha çok göğsümü birisi bıçakla deşiyormuş gibi hissettiriyordu.
“Ahh!”
Vücudumu hareket ettirmeye çalıştığımda dudaklarımdan kısık bir inleme döküldü.
’Bekle?..’
Hayretle gözlerimi açtım ve ışık görüş alanımı aydınlattı.
“Hayatta… mıyım?”
Sesim çatlamıştı.
Ama şüphesiz benim sesimdi. Her ne kadar tanıdık olmasa da.
Işık gözlerimi aldığı için etrafımdaki dünya puslu görünüyordu. Yutkundum.
“Ah…”
– ● [Julien D. Evenus]● –
Seviye:17 [Kademe 1 Sihirbaz]
Exp : [0%-[16%]——-100%]
Meslek: Sihirbaz
﹂ Tür : Elemental [Lanet]
﹂ Tür : Zihinsel [Duygusal]
Büyüler :
﹂ Başlangıç tipi büyü [Duygusal] : Öfke
﹂ Başlangıç tipi büyü [Duygusal] : Hüzün
﹂ Başlangıç tipi büyü [Duygusal] : Korku
﹂ Başlangıç tipi büyü [Duygusal] : Mutluluk
﹂ Başlangıç tipi büyü [Duygusal] : Tiksinti
﹂ Başlangıç tipi büyü [Duygusal] : Hayret
﹂ Başlangıç tipi büyü [Lanet] : Alakantria’nın Zincirleri
﹂ Başlangıç tipi büyü [Lanet] : İlletli Eller
Beceriler :
[Doğuştan] – Öngörü
– ● [Julien D. Evenus]● –
Önümde bir şey süzülüyordu. Sadece kısa bir an görebilmiştim, gözümü kırptığımdaysa artık yoktu.
“Ah.”
Başım zonklamaya devam ediyordu.
Nasıl hâlâ hayattaydım?..
Mantıklı bir açıklaması yoktu.
Hatırladığım son şey ölmeden önceki son anımdı.
Kardeşimle konuşmam, odaya sinmiş koku ve boğazımdan aşağı inen viskinin acı tatlı ama dumanlı tadı.
“Nasıl mümkün olabilir?..”
Görüşüm netleşince etrafımı incelemeye başladım.
Yabancı bir yerdi.
Daha önce böyle bir yer hiç görmemiştim.
İlk dikkatimi çeken şey tam önümde duran büyük masa oldu. Güzelce cilalanmış pırıl pırıl parlayan dev ahşap, alanı doldurmuştu.
Tuhaf bir şekilde masanın üstünde odaya ürkütücü, hafif loş bir ışık yayan antika bir gece lambasından başka bir şey yoktu.
Çat-!
“!..”
Aniden gelen gürültü yüzünden sıçradım. Vücudum gerildi, ensemde tüyler diken diken oldu. Arkama bakmak için başımı çevirdim.
En kötüsünü bekleyerek kalkmaya hazırlanan bacaklarım gerildi ama…
“Kimse yok mu?”
Kaşlarımı çattım.
Arkamda çeşit çeşit renk ve boyda kitaplarla süslenmiş uzun, ahşaptan bir kitaplık dışında hiçbir şey yoktu.
Gürültünün kaynağı o olmalıydı.
“Görüşünüşe göre ben- Ahh!”
Aniden gelen acıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Acı göğsümü ezip geçiyordu, söylemek üzere olduğum şeyi bana unutturdu.
“Ahhh!”
Acı dehşet vericiydi.
Hayatım boyunca hissettiğim her şeyden daha çok dehşet verici. Her bir uzvum titriyor ve kaslarım kasılıyordu.
“Ha… Ahh! Bu da ne!”
O anda göğsümün içinden çıkan kılıcı gördüm.
Gözlerimi dehşetle açarak göğsümdeki deliğe bakarken aklım çıktı, kaskatı kesildim.
“N…nasıl?!”
Sanki kılıcın göründüğü sahne zihnimde tekrar tekrar oynuyordu. Kılıç yavaşça sırtımı deliyor ve bedenime gömülüyordu.
Dehşet vericiydi. Kılıcın içimde daha derinlere gidişini ve göğsümü delip geçişini sadece izleyebiliyordum.
Çığlık atmak istiyordum. Bir şeye yapışmak. Kaçmak.
Ama…
Vücudum donup kalmıştı. Sadece kılıcın içimden geçişini izleyebiliyordum, acı her uzvumu istila etmişti.
Kan, lekesiz beyaz gömleğimden süzüldü, kolumun önüne ince ağlar ördü ve ahşap zemini lekeleyerek yavaça yayılan küçük bir gölcük oluşturdu.
Şıp. Şıp.
Kan, çalışan bir saatin tik takları gibi, durmadan yere damlıyordu
Manzara midemi gösterdi, yüzümün renginin kaçtığını hissedebiliyordum.
Bu kadar dehşet verici bir şeye ilk defa tanık oluyordum.
“Haa… Aha…”
Nefesim ağırlaşmaya başladı ve görüşüm yine bulanıklaştı.
Ancak ben daha anlamadan acı durmuştu. Ne zaman durduğunu bilmiyordum. Uzun zamandır geçmişi izliyordum.
Elimi sırtıma, kılıcın kabzasının olduğunu hissettiğim yere uzattım.
Parmaklarım onu kavrayan yumuşak deriye sürtündü ve bir anlığına kılıcı çekip çıkarmayı düşündüm. Ama daha sonra yavaşça elimi geri çektim.
Acıya ve duruma rağmen mantıklıydım.
Göğsümden bir kılıcı birden çekip çıkarmak muhtemelen beni öldürürdü. O kadarını biliyordum.
“H-haa…”
Göğsüm, tekrar bir darbe almışım gibi titredi. Lav yutmuşum gibi her nefesimde göğsüm yanıyordu.
Şıp. Şıp.
Göğsümden kan akmaya devam ediyordu.
Nihayet sesim geri geldiğinde yumuşakça mırıldanmayı denedim.
“Cehennem… böyle mi hissettiriyor?”
O anda orada gülmek istedim.
Çünkü.
“B-ok gibi hissettiriyor.”
Ama acı. Acıya alışmıştım. Her bir uzvum acıyordu ama… son birkaç yıldır çektiklerime nazaran bu idare edilebilirdi.
Bu kadarını kaldırabilirdim.
Cızırt~!
Her şeyin bittiğine inanıyordum ama aniden kısık bir cızırtı sesi dikkatimi çekti. O anda sağ kolumun önüne yakıcı bir acı saplandı.
Bu acı da önceki kadar dayanılmazdı. Kolumun önünde toplanmıştı.
Ama.
“…”
Çenemi kapalı tutup koluma bakmaya devam ettim.
Acıyla başa çıkabilirdim.
Bu yeni bir şey değildi.
Dikkatimi çeken şey kolumda oluşan soluk kırmızılıktı. Tam acının yoğun olduğu noktadaydı.
Yavaşça kaşlarım çatıldı ve kolumun üstündeki kızıllık kayboldu.
“Bir dövme mi?”
Kolumun üstüne dört yapraklı bir yonca derin bir şekilde kazınmıştı.
Kıytırık bir dövme gibi görünüyordu. Tamamen siyahtı ve yavaş yavaş yok olan hafif parıltısının dışında özel bir yanı yok gibiydi.
Ona baktıkça bir o kadar sıradan olduğunu düşünüyordum.
Ah?..
Derken dört yaprak da tuhaf beyaz bir ışıltıyla aydınlandı.
Sersemledim. Gözlerim açıldı, ben daha bir harekette bile bulunamadan etrafımdaki dünya dondu. Hareket edemiyordum ve etrafımdaki her şeyin rengi gitgide soluyordu.
Kan, zaman tersine sarılıyormuş gibi yer çekimine meydan okuyarak altımda büyüyen gölcükten yukarı doğru akmaya ve bedenime dönmeye başladı.
“Ah..”
Bir kez daha şok oldum. Ama hiçbir şey yapamıyordum.
Olduğum yere sıkışıp kalmıştım.
Tek yapabildiğim zamanın tersine dönmesini izlemekti.
Kolumun üstüne özenle işlenmiş kandan desenler kaymaya ve geri çekilmeye başladı, sorunsuz bir şekilde göğsüme geri döndü. Aynı anda göğsüme saplanmış olan kılıç da aynı şekilde zamanda geriye doğru hareket etmeye, yavaş yavaş göğsümden çekilmeye başladı.
Gördüklerimi sindirmeye çabalıyordum ve aklımdan binbir türlü düşünce geçiyordu, ancak…
Çıınn-!
Arkamdan kılıcın metalik sesini duyduğum anda bütün hepsi kayboldu.
“Haa… Ha…”
Dünya tekrar renklendi, tekrar nefes almaya başladım.
“Ne?..”
Etrafımdaki her şey normale dönmüştü. Kitaplıktan yere düşen kitapta artık kan lekesi yoktu.
Oturduğum yerde kalmaya devam ettim. Afallamıştım ve şaşkındım. Kendimi toplamam biraz zaman aldı ve kendime geldiğimde yaptığım ilk şey yerde yatan kılıca bakmak oldu.
Onda beni huzursuz hissettiren bir şeyler vardı.
Sanki onunla benim aramda özel bir bağ, açıklayamadığım bir şey vardı.
Tam onu almak için harekete geçecekken…
Tak-!
Odanın kapısı açıldı.
“Genç efendi.”
Soğuk ve sakin bir ses odanın duvarlarında yankılandı. Belli belirsiz daha önce duyduğumu hatırladığım, tanıdık bir sesti.
Başımı çevirdiğimde tüylerim diken diken oldu.
Ne…
İki donuk gri göz bana bakıyordu.
Bir anlığına beynim durdu. Neden buradaydı? Kimdi? Ve ben neden buradaydım?
İmgelemdeki adam.
Oyundaki adam.
Ve imgelemde beni öldüren adam.
“Sizi çağırdılar, sınava girme sırası sizde.”
Neden karşımda duruyordu?
Ve neden çok gerçekçi hissettiriyordu?
“Ah.”
Sonunda kendimi kaybetmiştim, değil mi?
Gülmek istedim ama yapamadım.
“Genç efendi?”
Hareketlerimi tuhaf karşılıyormuş gibi başını eğdi.
“İyi misiniz?.. Yüzünüz biraz solgun gözüküyor.”
Bana doğru bir adım attı ama onu durdurmak için elimi kaldırdım. Son anıların hatıraları kafamda tekrar tekrar oynuyordu. Sanki tekrarlayan bir teyp gibiydi.
Ona sormak istediğim çok soru vardı ama çenemi kapalı tuttum.
İçgüdülerim ya da daha çok beynim, bana bunun iyi bir fikir olmadığını söylüyordu.
“Genç efendi?..”
Tam beni tekrar çağırıp yaklaşmak üzereyken, sandalyeden kalktım.
“Yolu göster.”