Bölüm 14
Tanıdık karanlık beni bağrına bastı.
Bir çarkın ortaya çıkışıyla karanlık kayboldu.
Trrrr-!
Dönmeye başladı.
Renkler yerlerini birbirlerine bırakıyorlardı.
Sahne tanıdıktı ve derin bir nefes alarak bekledim. Hâlâ son deneyimimden kalan acıyı ve içimde yayılmaya başlayan öfke aklımdaydı. Şimdi hangi duyguda duracaktı?..
‘Lütfen korku olmasın.’
Ondan başka her şey olurdu.
Çark yavaş yavaş durdu ve gözlerim uzun, kırmızı oka takıldı.
‘Ah.’
Mavi.
Hüzün.
Dünya sallandı. Sahnem yavaşça değişmeye başladı. Vücudum sanki… Koltuğa benzeyen bir şeye gömüldü?
Ah?
Ortam yavaşça şekillenmeye başladı.
Birden göğsüme bir ağırlık çöktü.
“Huuu.”
Derin bir nefes ihtiyacı hissetmeye yetecek kadar.
“Neden?…”
Dudaklarımı yaladım.
Kurumuşlardı.
Ağzım titredi.
“N-neden buraya döndüm?..”
Ev.
Tamamen aşina olduğum bu yer.
Evdi.
Bu dünyaya gelmeden önce yaşadığım yerdi.
“H-hah.”
Göğsümdeki acı şiddetlendi. Bir boşluk hissi ona eşlik ediyordu. Bu yeri… Özlemiştim. Sahte olduğunu biliyordum. Kullandığım gücün bir ürünüydü.
… Bu yüzden acıtıyordu.
Çünkü gerçek olmadığını biliyordum.
“Siktir.”
Klik-
Kapı açıldı ve tanıdık biri içeriye girdi.
“Noel?.. ”
“Yo, geri geldim abi.”
Son hatırladığımdan farklı görünmüyordu. Her zamanki tebessümüyle oturma odasının ortasında duran masaya yürüdü.
Parmaklarım kıvrıldı.
“Biraz dışarıdan yemek aldım. Biraz pahalı ama buna değer. Lanet olası Çin Mekânı çok leziz yemek yapıyor~ Sanırım bağımlısı oldum.”
“Ah.”
Çin Mekânı.
Doğru.
Onun favori yeriydi.
Tekrar baktı ve sırıttı.
“Ay~ Sana da biraz aldım. Yüzünü öyle yapma.”
“…”
Ağzımı açtım ama konuşamadım. Kelimeler ağzımdan çıkmıyordu.
Hepsi…
Çok gerçekçi hissettiriyordu.
‘Bu yaşadıklarımın hepsi sahte olabilir mi?’
Derinlerde bunun anlamsız olduğunu biliyordum. Hissettiğim acı. Hayal kırıklığı ve yaşadığım her şey.
Hangisi gerçekten sahteydi?
Hepsi mi?
“Abi?”
Noel arkasını döndü. Hep takındığı gülümsemesi oradaydı. Önümde durana kadar tabağı taşıyarak bana doğru yürüdü.
“…”
Yüzünü dikkatle inceledim.
“İşte.”
Ve farkına vardım.
“Afiyet olsun.”
Bana bakmıyordu.
Tabak beni es geçerek yavaşça koltuğa kondu.
“Güzel yediğinden emin ol.”
Sonra sakince masaya yürüyüp yemeye başladı, sırtı bana dönüktü.
“Hah.”
Kalbim sıkıştı. Hissettiğim duygular tamamen bana aitti. Son seferde içime aşılandığı gibi değildi.
Kalbim bıçaklanmış gibi keskin bir acı hissettim. Nefesim kesiliyordu, sanki oksijen azalmıştı.
Hepsi şu basit gerçek yüzündendi,
“Güzel, değil mi?..”
Kardeşimin omuzları sarsılıyordu.
Tuhaftı. Zihnimde gerçek olmadığını biliyordum. Kardeşimin böyle hareket etmesine imkan yoktu. Ama… Gerçekten öyle miydi?
Gördüğüm bu şey gerçekten sahte miydi? Yoksa onun hayatının gerçeği miydi?
“Y-yemeğinden keyif alıyor musun?”
Asla arkasına bakmıyordu.
Sanki arkasına bakamazdı.
Omuzları… Titriyordu. Öncesinden daha fazla.
“Neden?..”
Nefes verdim ve görüşüm bulanıklaştı. Bedenimi istila eden diğerlerinden farklı bir acı.
Neden böyle olmak zorundaydı?
Gıcırt–
Bir ses dikkatimi çekti.
“!..”
Olduğum yere çakılmış olmasaydım hemen ayağa fırlardım.
“Noel!”
Avazım çıktığı kadar bağırdım. Beni koltukta oturmaya zorlayan zincirlerle savaşmaya çalışırken panik her parçamı ele geçiedi.
Ama…
Sesim ona ulaşmıyordu.
“Dur! Hemen dur!!! Yapamazsın!!!”
“H-hah!”
Ona ulaşamıyordu.
“…”
Noel şakağına doğrulttuğu bir silah tutuyordu.
“Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır…”
Bu neydi?
Ne görüyordum ben?
Nasıl…
Ahhhh.
“Heyyy!”
Yüreğimin bir parçası kopuyordu. Parçalanıyordu. Boynum büküldü ve damarları şişti.
“Ne yapıyorsun sen?!”
Dur!
Dur!..
“Yoruldum…”
Noel hareketsizdi.
Sesi hissizdi, kendisinden geçmiş gibiydi.
“Hayır, yapma! Ben… Ah!”
“Hey, abi…”
Nihayet dönüp bana baktı.
O an çabalamaktan vazgeçtim.
Şıp… Şıp…
Yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Ama en korkutucu nokta gözleriydi… Bomboşlardı. Normalde sahip olduğu bütün ışıltıdan yoksunlardı.
Ah, hayır…
“Neden beni terk ettin?”
Benimle konuşmadığını biliyordum. Odada kimse yoktu. Sadece oydu. Kendi kendine konuşuyordu.
Ama…
Yanıtlamak zorunda hissediyordum.
“Terk etmeyi ben seçmedim.”
“Doğru, seçeneğin yoktu.”
Beni duyabildiğini düşündürürcesine cevap verdi. Ama duyamadığını biliyordum.
Nihayetinde bana bakmıyordu.
“Soğuk. Yapayalnız. Kimsem yok. Ebeveynlerimiz öldü. Kalan tek kişi sendin. Şimdi sen de gittin… Kimsenin umrunda değil.”
“Ah…”
Göğsüm çarptı.
Acı ağzımdan çıkanları boğuyor gibiydi.
“K-korkuyorum…”
Şıp.
“Ne yapacağımı bilmiyorum… Neden herkes beni terk etti?… Ben ne yaptım? Sorun ben miyim?.. Bu mu?”
Hayır, hayır değilsin…
“Hehe…”
Boş bir kahkaha dudaklarından kaçtı.
“Buna bir son vermeliyim, değil mi? Böylece… Artk yalnız olmayacağım. En kötüsü karanlıkta olacağım. Şimdiden farkı yok.”
“Hayır!!”
Nihayet kelimeyi çıkarmayı başardım.
Acının yerini alarak kalbimde gezinen başka bir duyguydu.
Öfke.
Duyamadığını biliyordum, ama yine de konuştum.
Hayır, haykırdım.
“Seni sikik aptal!! Senin daha iyi yaşayabilmen için her şeyden vazgeçtim.”
Kemoterapim.
Daha iyi bir yaşam sürebilmesi için durdurmuştum. Okulunu bitirene kadar yeterli birikimi olacaktı. Yani… Nasıl öylece bitirebilirdi?
Fedakarlığım bir hiç için miydi?
Hayır, hayır!
“Siktir!!! Dur!”
“Burada olsaydın muhtemelen beni azarlardın. Ne kadar sikik bir aptal olduğumu söylerdin, haksız mıyım?”
O an sesim kesildi.
“Senden kemoterapiyi durdurmanı istedim mi? Zerre kadar parayı önemsediğimi falan mı düşünüyorsun?..”
Hayır, sadece…
“Bu sadece sunduğun bir bahane değil mi?”
“Ne?..”
“Korkuyordun.”
Nefes alamadım.
“… Hayır.”
“Kemoterapiyi durdurdun çünkü ümidini yitirdin. Önünde bir geleceğin beklemediğini bildiğin halde günlerini anlamsızca harcamaktan korkuyordun. Kaçmak için en hızlı yolu seçtin. Parayı bana bırakarak… Bu, sadece kendine söyleyebildiğin bir mazeret.”
“Hayır, hayır…”
“Biliyorum. En sonunda, ben de tıpkı senin gibiyim.”
Bu…
Elimi göğsüme bastırdım.
Acıyordu.
Çok acıyordu.
Acı tekrar beni ele geçirmişti.
“Haaa… Haaa…”
Görüşüm bulanıklaştı ve her acı daha çok acı getiriyordu.
Noel’in eli sallandı.
“Sen kaçabildiğin için ben de yapabilirim, değil mi?”
Bana baktı.
Bu defa gerçekten beni görebildiğini hissettim.
“…”
Gözyaşlarım akıyor ve ağzım titriyordu. Bu da neydi? Nasıl bu kadar canımı acıtarak konuşabilirdi?…
“Sana katılmamı pek umursamazsın, değil mi?”
“… Hayır, hayır.”
Sesim zayıf çıkıyordu.
Daha fazla bağıramayacağımı fark ettim. Enerjim tükenmişti. Çaresizlik hissi…
Yavaşça kendini zihnime kazıyordu.
Acı da öyle.
“H-hah.”
Noel gülümsedi. Bir yönden tebessümü özgür görünüyordu. Ama hissedebildiğim tek şey çaresizlikti. Parçalandığımı hissediyordum.
Dünyanın rengi çekildi.
Önümde daha küçük halinin durduğunu görebiliyordum, benden ona dondurma almamı istiyordu. Ebeveynlerimizin ölümünden sadece birkaç ay sonraydı.
O zamanlar sadece ikimizdik.
Sadece 10 yaşındaydı. O günü açık bir şekilde hatırlıyordum, çünkü… O gün tebessümünü tekrar kazanmıştı.
Yüzünde kalması için çok çalışmıştım.
Gülümsemeyi hiç kesmemesi için.
Bu yüzden…
Bana o yüzle bakarken nefes alamadığımı hissediyordum.
Tebessümü. Yüzünde tutmaya söz verdiğim.
Gitmişti.
Ondan çalmıştım.
“Acıyor…”
Tak—!
“…!”
İrkildim. Silah Noel’in elinden düşerken nefesim boğazıma takılmış gibiydi. Gözleri, bütün ışığını kaybetmiş görünen gözleri aşağı indi.
Şıp… Şıp…
Göz yaşları hiç durmadak akıyordu.
Dudaklarını ısırarak güçsüzce geri yaslandı.
“Ben… Korkuyorum.”
İki eliyle yüzünü örttü.
Omuzları titriyordu.
“Ama yaşamak istemiyorum…”
Dünya gittikçe soluyordu.
“N-ne yapacağım?”
Tamamen solmadan önce bir kere daha benim olduğum tarafa döndü.
“Söyle, abi. Ne yapacağım?”
Bu, sesini duyduğum son andı.
Işık beni yuttu ve kendimi tanıdık bir mekanda buldum.
Bütün gözler benim üzerimdeydi.
“H-hah…”
Ama hissedebildiğim tek şey acıydı.
Göğsüm sıkışıyordu, ağırlık çöküyordu.
Her nefes bir öncekinden ağır geliyordu.
Ve görüşüm bulanıklaşıyordu.
Bu durumda gözlerimi kapattığımda bir bildirim gördüm.
﹂| Lvl 2 [Hüzün] EXP + %15
‘2 seviye mi?..’
İlk başta şaşırdım ama sonra anladım.
Korkunun aksine üzüntüye daha çok aşinaydım. Önceki hayatımda bildiğim her şey oydu. Hüzün üzerindeki anlayışımın korku ya da diğer duygulardan daha büyük olması şaşırtıcı değildi.
Ve bu düşüncelerle gözlerimi açtım.
“En son ne zaman ağladın?”
Kelimeler aniden ağzımdan fırladı. Düşündüğümden daha berraklardı.
Direk bir kişiye yönelmişlerdi.
“Ah?.. Ne- Ha? Eh… Ah…”
Cümlesinin ortasında durdu.
Çevremi tuhaf bir sessizlik sardı.
Oturduğum yerden kalkarak sessizliği bozdum. Bütün gözlerin altında onun önünde durmadan önce ara yolda yürüdüm.
Bana odaklanmıyordu.
“B-bu… Bu da ne?..”
Telaşla yanaklarına dokundu.
Gözyaşları ile ıslanmışlardı.
Gömleğini kavrayarak bana baktı.
“N-neler oluyor? Bana ne yaptın?”
Cevap vermedim.
Onun yerine, sordum:
“Sana dokundum mu?”
“Ah… H-ah.”
Yüzü solarken daha şiddetli ağlamaya başladı.
Dişlerimi sıktım ve elimi kaldırdım. Tanık olduğum sahnelerin anısı zihnimde oynuyordu, gözlerimden yaşlar akıtmakla beni tehdit ediyordu.
Ama kendimi tuttum.
Acının biriktiği yere, göğsüme toplanmasına izin verdim.
Onun yerine dikkatimi Anders’a yönelttim.
Kollarımı açtım.
“Zayıf olduğumu söyledin.”
Dereceme uymadığımı.
“İşte şansın. Vur bana.”
“Uekh… Ben…”
Elleri göğsünde, sadece bana bakıyordu.
Ona baktım.
“Yani yapamaz mısın?…”
Omzunu kavramak için elimi uzattım. Dokunuştan irkildi ama kendini kurtaramadı.
“Söyle.”
Cevap vermek için fazla acı çekiyor gibi görünüyordu.
Anlayabiliyordum.
Bedenim içten tüketiliyordu. Acı katlanılmazdı ve her geçen saniye işkence çekiyor gibi hissediyordum.
Ama hâlâ kendimi tutuyordum.
Zayıflığımı gösteremezdim.
Henüz değil.
Bundan önce bana söylediği şeyi hatırladım; ‘Buna rağmen bana bir şey yapabileceğinden şüpheliyim.’
Bunu sorduğum zaman,
“Şimdi bir şey yapıyor muyum?”
Cevap vermedi.
Omzunu sıkarken mırıldandım,
“Ben de öyle düşünmüştüm.”