Bölüm 13
Kampüs devasaydı. Yurtlardan ana binaya ulaşmam yaklaşık beş dakikamı almıştı.
[Dorset Salonu]
Burada olmamız gerekiyordu.
Dorset Salonu, Akademinin yedi salonundan biri ve ilk yıl öğrencilerinin ders aldığı yerdi.
“Hangi sınıftayız?..”
Salon büyüktü.
Girişine canlı çiçekler ve ağaçlarla çevrili bir patikayla ulaşılan büyük bir binaydı. Orada bir dizi heykel gösterişli bir biçimde dikiliyordu.
Öğrencilerle dolup taşıyordu.
Bir sürü rahatsız edici bakış üstümdeydi. Diğerleri açıkça düşmanlık beslerken bazıları da benden kaçınıyordu.
Sıkıntı yoktu.
Bunlar ilk gün yaptıklarımın sonucuydu.
“Sınıfımız şurada olmalı.”
Leon karşıdaki bir kapıyı işaret etti. İlk bakışta o kadar etkileyici durmuyordu.
Ancak…
“Neden oraya giden kimse yok?”
Açık olan ve öğrencilerin dolup taştığı diğer sınıfların aksine oldukça ıssız görünüyordu. Sanki insanlar uzak duruyorlardı.
“Kitapçığını okumadın mı?..”
“Kitapçık mı?… Ah.”
Cebimden küçük bir kitapçık çıkardım. Dün aldığımı hatırlıyordum ancak bütün dikkatim egzersizimde olduğu için tamamen unutmuştum.
“Bu mu?”
“Evet.”
İçeriğini hızlıca taradım.
Kısacası.
“Geç kaldık.”
“Doğru…”
“Ve bana bununla alakalı hiçbir şey söylemedin?”
“Farkında olduğunu sandım.”
“…”
Bazen cidden bu çocuğu boğmak istiyordum.
Eğer bana yardım etmesi ve benden güçlü olması gerçeği olmasa, çoktan yapmış olurdum.
‘Son hedefi ne merak ediyorum…’
Hâlâ bana yardım etme nedeninden emin değildim. Bunun ona yararı dokunacağı hakkında bir şeyler gevelemişti.
Ama nasıl?
‘Beklendiği gibi, hâlâ ona güvenemem.’
Onun için de benim hakkımda aynısı geçerliydi.
Bir yönden o kadar da farklı değildik.
Sınıfın kapısına bakarken iç çektim.
Tuhaf bir şekilde gergindim. İnsanların bana meydan okuyacağından endişelendiğim için değildi. Bununla problemim yoktu. Yeteneklerim yüzünden gergindim.
Anında ortalama düzeye yükselmemişlerdi.
Muhtemelen şu anda en zayıf öğrenci bendim.
“Huu.”
Çaktırmadan derin bir nefes aldıktan sonra yavaş ve dikkatlice kapıya yaklaştım.
Gıcıııırt-
Sınıfın içi şıktı; uzun ahşap sıralar kenarları çevreleyerek basamak basamak dizilmişlerdi. Hepsi ağzına kadar doluydu, neredeyse hiç boş nokta yoktu.
Aniden bütün gözler bana döndü.
Bunaltıcılardı. Ama en bunaltan bakışlar önümdeki kadına aitti.
Muhtemelen eğitmenimiz olan kadına.
“Öğrenciler.”
Kristal mavisi gözleri Leon ile benim üzerimde gezindi. Kısa kahverengi saçları vardı ve kırklı yaşlarının ortasında gözüküyordu.
İkimiz arasında mekinin dokuyan gözlerinden sonra nihayet konuşmak için ağzını açtı,
“Geç kaldınız.”
Zaten farkındaydım.
Sadece özür dilesem muhtemelen işler daha kolay olacaktı ancak Leon’un önceki Julien hakkında yaptığı tanımı hatırlayarak pervasızca cevap verdim,
“Durum öyle görünüyor.”
“Öyle mi görünüyor?..”
Cevabım karşısında öfkeyle yüzünü buruşturdu. Onun için biraz üzgün hissediyordum fakat dışarıdan bunu göstermedim ve yüzümü sabit tuttum.
Ağzını açtı ama hemen ardından tekrar kapattı.
“Sadece geç. Otur.”
“Teşekkürler…”
Sadece bunu yapabildim.
Bulabildiğim en yakın yere oturdum ve bir nefes aldım.
Beklediğimden kolay olmuştu.
Muhtemelen hoşgörülü bir öğretmendi. Ya da ben öyle sanmıştım.
“Geç kaldın! Sınıfımdan defol!”
Az önce sınıfa gelen ve kovulan öğrenciye bakınca ağzım açık kaldı.
Neden?..
Soluma, Leon’un oturduğu yere baktım. Bana baktı ve omuz silkti.
“Muhtemelen görünüşümüzden.”
Ah.
Ders kaldığı yerden devam etti.
“Kaldığım yerden devam ediyorum… Hepinizin de bildiği gibi büyü üç farklı sınıfa ayrılmıştır. [Zihin], [Elemental] ve [Bedensel].”
Sınıf sessizliğe gömüldü.
Eğitmenin sesi net bir şekilde sınıfta yankılanıyordu.
“Her sınıf kendi içinde alt sınıflara ayrılır. Örneğin [Zihin] sınıfını ele alalım. [Duygusal], [Telekinezi], [Ruh] ve [Telepati] olmak üzere toplam dört alt-sınıfı bulunur. Ya da ‘yolları’ diyebiliriz.”
Dersi iyice dinlemek için kulaklarımı dört açtım. Bütün bilgiler hayati önem taşıyordu. Söylenenlere bütün dikkatimi vermeliydim.
“…Bilindiği gibi herkes büyü yapabilir. Eğer manayı manipüle edebiliyorsan büyücü ya da şövalye olabilmek için yeterliliğin var demektir. Elbette burada bulunanlarınız için bu bir problem değil.”
Belli öğrencilere göz gezdiriyor gibiydi, sonunda sıra bana geldi.
“Yetenek, sadece gelişme oranınızı belirleyen bir faktördür. Diğer yolları kullanmanızı engellemez.”
Bu bilgiyi aklımın bir köşesine not aldım.
Şu anda yeteneklerim [Lanet] ve [Duygusal] alt sınıfları içindeydi.
Eğer bu iki sınıf başka bir şeyi kullanabileceksem gelecek için düşünmeye değerdi.
“Şimdi, soru zamanı.”
Eğitmen sınıfta etrafa bakındı. Bir anlığına gözleri benim olduğum tarafta daha uzun oyalandı gibi hissettim.
Ne tür?…
Gülümsedi.
“Bütün bu sınıflar arasında hangisinin en zayıf olduğunu düşünüyorsunuz?”
En zayıf mı?
Öğrenciler kendi aralarında tartışırken sınıfı uğultu sardı.
Sonunda öğrencilerden biri elini kaldırarak hemen ayağa fırladı. Uzun boyu, sarı saçları ve mavi gözleri vardı.
Ortaya çıkışının bir sürü insanın dikkatini çekmesi bana onun hakkında bilmem gerekenleri anlatıyordu.
Güçlüydü.
Muhtemelen yüksek dereceli öğrencilerden biriydi.
“Evet, Öğrenci Anders?”
Ah.
Aniden bana baktığını hissettim.
Ağzını açtı ve yavaşça cevapladı. Sanki bana cevabını duyurmak istiyordu.
“Duygusal.”
Apaçık bir kışkırtma.
Bir sürü göz bana döndü.
“Duygusal mı?”
Eğitmen bir anlığına bana baktı. Sınıftaki diğerlerine sözünü geçirebiliyor gibiydi.
“Neden böyle düşünüyorsun?”
“Öğrenmesi en uzun süren sınıf. Sadece bu da değil, rakibinin duygularını etkilemek için dokunmak zorundasın. Eğer sana dokunamazlarsa zararsızlar.”
“Durum öyle değil.”
Eğitmen bir baş sallamasıyla birlikte yanlışını düzeltti,
“Bu, sadece ustalıklarının ilk seviyesi olan temelde olduklarında geçerli. Yüksek bir evrede herhangi birini sadece kelimeleriyle etkileyebilirler. Yolun daha da ileri olan kısımlarında duyguları bile okuyabilirler.”
Sözlerini dikkatle dinliyordum.
[Duygusal] alt-sınıfı benim için henüz hâlâ bir bilmeceydi. [Lanet] alt-sınıfımın aksine onu egzersizleri tekrarlayarak kullanamıyordum.
[Duygusal] yolunda ilerlememin tek yolu duyguları anlamamdan geçiyordu. Ne kadar çok anladıysam o kadar gelişmiştim.
Ama söylemek yapmaktan kolaydı.
‘Şimdi düşündüm de… Ustalıkta ilk-seviye olmakla ilgili bir şeyler dedi.’
Neredeyse her gün aldığım bildirimleri hatırladım.
Sadece [Korku] ve Exp ile ilgiliydi.
‘Yani eğer gelişirsem insanları sadece kelimelerle etkileyebilecek miyim?’
Bu düşünce beni her nedense heyecanlandırdı.
Daha fazlası da var mıydı?
Öğrenci devam etti,
“Bu gerçekten doğru ama aynı zamanda bunu başarmanın hiç kolay olmadığı da öyle. Bir kişinin diğerlerinin duygularını etkileyebilecek bir seviyeye gelmesi yıllar alabilir. Peki ya sadece kelimelerle etkileyecek seviyeye gelmesi?”
Dudak büktü.
“Bunu yapabilmek için babam kadar yaşlı olmalısın.”
“Bu şart değil.”
Eğitmen başını salladı.
“Böyle bir evreye daha genç yaşlarda gelen birçok kişi var. Aklında bulunsun, bundan ileri seviyeler mevcut. İnsanları sadece kelimelerle etki altına almak henüz başlangıç seviye sayılır.”
Başlangıç seviyesi mi?..
Kelimelerle etkilemek sadece başlangıç seviyesi mi?
Kendi güçlerimi düşündüm. Sınavdan beri o alana neredeyse hiç dokunmamıştım.
Hoşlanmadığım için değildi.
Bu, gerçek olmaktan çok uzaktı.
Gerçek, onu kullanmakta yeterince yetenekli olduğumdan emin olmamamdı. Son seferin yan etkisi zihnimde bir iz bırakmıştı.
Zihinsel bir engel gibi, görmezden gelmemi sağlıyordu.
Sadece hazır değildim.
Ama…
‘Bana sadece buz dağının üstüne bir çizik attığımı mı söylüyorsun?’
“Öğrenci Julien.”
Eğitmenin bakışını hissettiğimde ona döndüm.
“Bizzat bir Duygusal Büyücü olarak, Öğrenci Anders’ın cevabı hakkında ne düşünüyorsun?”
Ne düşünmüştüm?
Haklıydı.
Bütün kelimeleri anlamlıydı. Deneyimlediğim şeye bakınca her yoldan kesinlikle doğruyu söylüyordu.
[Duygusal] alan muhtemelen uzmanlığa ulaşmak için insanın yıllarını alan bir yoldu.
İnsanın yaşadığı bütün deneyimlerini kapsıyordu ve onları duygusal formda biçimlendiriyordu. Bütün duyguları sık sık deneyimlemedikçe gelişemezlerdi.
Bu itibarla bütün yollar arasında en zayıf olanıydı.
Ancak…
Hafifçe bileğimi çevirdim.
Yonca dövmesine baktım.
Benim için de aynı mıydı?
“…”
Sınıf sessizleşti.
Görünüşe göre hepsi benim cevabımı bekliyordu. ‘Ne diyecek?’ ‘Nasıl cevap verecek?’
Yüzleri aynı şeyi söylüyordu.
Ve tekrar öğrencinin yüzüne baktım.
Anders mıydı?
Dudağımın kenarını hafifçe kaldırdım.
“Saçmalık.”
Ağzımdan bir cevap çıktı.
“Zayıf mı? Öyle bir şey yok.”
O anda sadece saçmalamıyordum.
“Sadece zayıf insan vardır. Zayıf yol yoktur.”
Duygusal alanın, ilerlemesi en zor olan yol olması en zayıf yol olduğu anlamına gelmezdi.
Başlangıçtan beri soru yanlıştı.
“Duygusal bir Büyücünün güçlü olmasının çok zaman aldığını söyledin. Bunu neye dayanarak söyledin?”
“Neye dayanarak mı?”
Öğrenci bana aptalmışım gibi baktı.
“Bu ortak bir düşünce. Dünyadaki en güçlü büyücülere bir bak. İmparatorluğumuzun 7 Hükümdar’ı var. Kaç tanesi Duygusal alanda? Hiçbiri!”
Parmağını bana doğrulttu.
Aniden başka bir şeyden bahsetmeye başladı.
Muhtemelen en baştan beri söylemek istediği şey buydu.
“Hiçbirimizin görmediğini mi sanıyorsun? Mana akışın zayıf. Mananın kontrolünü bile doğru düzgün yapamıyor gibi görünüyorsun. Tanrı aşkına, neden ilk dereceyi aldığını bilmiyorum.”
Kelimeleri, bir çoğunun ona katılırcasına başını sallamasıyla sınıftaki çoğu insanın paylaştığı bir düşünceye benziyordu.
Durumu kavramıştım.
“En iyi tahminim duygusal alandaki başarından kaynaklandığı. Buna rağmen bana bir şey yapabileceğinden şüpheliyim.”
Nihayet küçümseyici bir bakışla söylemek istediği şeyi söyledi ve ekledi,
“Basitçe, o ünvana layık değilsin. Zayıfsın.”
Bir kere daha oda sessizliğe büründü.
Bütün gözler bana döndü.
“Haaa…”
Üzerime binen bütün dikkatle başımı arkaya yaslayıp gözlerimi kapadım.
‘Demek fark ettiler…’
Beklemediğim bir şey değildi.
Herkes bunu daha ilk günden fark etmeliydi. Zayıf olduğum gerçeğini. Onlarla aynı seviyede olmadığımı.
Bunu onlardan da açık bir şekilde anlıyordum.
Bu yüzden herkesi kışkırtmıştım.
Delireceğim noktaya kadar çalışmak için.
Sözleri anlamlıydı, hiç yanlışı yoktu.
Yine de,
“Hatalısın.”
Gözlerim hâlâ kapalıydı, göremiyordum.
Görebildiğim tek şey karanlıktı.
O karanlıkta elimin bileğime uzandığını hissediyordum. Dört yapraklı yoncanın durduğu yere.
En başta biraz kararsızdım ama sonra hedefimi hatırladım.
O an fikrim sabitleşti.
Doğru.
Hedefime ulaşmak için elimdeki bütün avantajları sonuna kadar kullanmalıydım.
Bu yüzden.
Parmağımı kolumun iç kısmına bastırdım.
‘Sadece ben Siyah Yıldız olabilirim.’