Bölüm 10
Bir uçurumun kenarında duruyormuşum gibi hissettiriyordu. Ayaklarım arkamdaki hiçlikten sadece birkaç santim uzaktaydı.
Hareket ettiğim an beni yutmaya hazır.
Şu anki durumumu ancak böyle tanımlayabilirdim.
Kendimi içine soktuğum durum.
‘Evet, öyle…’
Ellerime baktım. Hafifçe titriyorlardı.
Ateşle oynuyordum.
Ölümcül bir ateşle.
Ama ne yapabilirdim ki. Benim için geri adım diye bir şey yoktu.
Mezarımı çoktan hazırlamıştım.
Eğer önüme gelen kimse bana meydan okumayacaksa zirveye çıkma şansım var mıydı?
Gerçekçi olursak, sıfıra yakındı.
Büyümü uyandırmak ya da kontrol etmek benim için zordu ve temeller hakkındaki bilgim neredeyse hiç yoktu.
Yine de bunlara rağmen yapacağımı yapmıştım.
Neredeyse heyecan vericiydi.
“Hah…”
Delice… Sikeyim, deliceydi… Galiba aklımı kaçırmıştım.
Fakat elbette bunu gözüm kapalı bir şekilde yapmamıştım.
Akademinin henüz birinci sınıfların birbirlerine meydan okumalarına izin vermeyeceğini biliyordum. Bu Leon ve araştırmalarım sayesinde öğrendiğim bir şeydi.
Yine de, zamanım dolmuştu.
Herkes üstüme gelmeden önce çok zamanım yoktu.
Uçurumun kıyısındaydım.
Şu andan sonra sadece ileriye gidebilirdim. Geri dönmek benim için son demekti.
Umutsuzluk yavaşça üstüme çöküyordu.
Hissedebiliyordum.
Yedek plan yoktu.
Ama,
‘Böyle olmalıydı…’
Umutsuzlukla mücadele ettim.
Umutsuzluk insanları sınıra ulaştırırdı.
Normalde ilerleyemeyecekleri o noktaya.
Şu an öyle bir durumdaydım.
“Büyük kargaşa çıkardın.”
Leon geldi. Rahat bir tavırla bana doğru yürüyordu. Konuşma çıkan karışıklıktan dolayı sonlanmış, beni erken ayrılmaya zorlamıştı.
Muhtemelen o daha yeni çıkmıştı.
“Konuşmayı hazırlayan sendin. Neden hayret etmiş gözüküyorsun?”
“Ona uyacağını düşünmemiştim.”
“Neden?..”
Yani başka bir şey söylememi mi bekliyordu?
“Hayır…”
Dudaklarını yaladı ve başını salladı.
“Yok bir şey.”
“Hm?”
Bu adamın nesi vardı böyle?
Yakından baktığımda yüz ifadesi alışılmadık biçimde sert görünüyordu. Sanki kendini geri tutuyormuş gibi.
“İyi misin?”
Hiç iyi görünmüyordu.
Daha iyi görebilmek için biraz daha yaklaştım ama…
“…”
Geri adım attı.
“Aramızı iyi tutalım.”
İyi mi tutalım? Neyden bahsediyor?
“Hayır, hayır…”
Başımı salladım ve biraz daha yaklaştım. Bir şeyler yanlıştı… Açıklayamıyordum.
İşte o zaman farkettim.
Bu piç.
Elimi kaçmasın diye omzuna bastırdım ve yüzünü daha iyi görebilmek için başımı eğdim. Benden uzağa bakıyordu.
Neden?..
“Gülmemeye çalışıyorsun, değil mi?”
“…”
“İmkanı yok.”
Bu orospu çocuğu.
“Bu durumu komik mi buldun?”
“Hayır…”
“Hah. O zaman neden uzağa bakıyorsun?”
“…”
Kaşımı kaldırdım. Omuzları hafifçe titredi.
“Kh..”
Kh?
“Sen…”
“Julien.”
Durdum ve başımı çevirdim. Elimin titremesi durdu ve yüz ifadem sertleşti.
“Çok değişmişsin.”
Kulaklarıma bir ses ulaştı.
Benden birkaç metre uzakta duruyordu.
O, hayatımda gördüğüm en güzel şeydi. Uzun dalgalı mor saçlar ve berrak mavi gözler. Onunkiler akıl almaz güzellikteydi.
Bana karşı nefretten başka bir şeyle dolu olmayan kişi.
“Uzun zaman oldu.”
Evelyn J. Verlice. Bu bedenin çocukluk arkadaşı ve Julien’i fazlasıyla tanıyan biri.
Geçen haftayı sadece büyü pratiği yapmakla harcamamıştım.
İşlerin pürüzsüz ilerlediğinden emin olmak için Leon bana Julien ile ilgili olan önemli şahısların ve aralarındaki ilişkilerin detaylı bir tanımını yapmıştı.
Bu yüzden onun kim olduğunu biliyordum.
“Siyah Yıldız olduğunu görüyorum.”
Boş bir iltifat. Sesi soğuk ve övgüden uzaktı. Bana bile bakmıyordu.
Gözleri… Dikkatini elime vermiş gibiydi.
Leon’un omzunu tutan elime.
Hafifçe fısıldadı,
“Belki yine de değişmemişsindir.”
Sesi hayal kırıklığıyla doluydu.
“…”
Neyden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Sadece onu anlamış numarası yaptım ve ifadesi kederlendi.
“Ne zaman duracaksın?”
Asla göz göze gelmiyordu.
Hayal kırıklığı başa çıkamayacağı kadar büyük görünüyordu.
Böyle bir durumda karşılık olarak söyleyebileceğim tek şey,
“Neyi durdurayım?” oldu.
“Evet, elbette…”
Zayıf bir şekilde gülümsedi.
Sanki bu, benden beklediği tür bir cevaptı.
“Seni bekledim. Gerçekten yaptım. Değişsen bile bekledim. Eskiden olduğun gibi normale döneceğini sandım ama…”
Kendini durdurdu, başını salladı.
Yumuşakça, onu belli belirsiz duyabildiğim bir ses tonuyla mırıldandı. ‘Buna değmez. Önemli değil.’
“…”
O andan sonra vazgeçtiğini sandım ama yine gözleri elime döndü.
Ondan sonra da Leon’a.
“Neden sana böyle davranmasına izin veriyorsun?”
“…”
Leon sessiz kaldı. Söyleyeceklerine kafa yoruyor gibiydi, nasıl cevap vereceğini düşünüyordu.
O yapamadan tekrar konuştu,
“Aileye sadık olduğunu biliyorum ama kendine böyle davranılmasına neden müsade ediyorsun? Sen daha iyi-”
“Hiçbiri değil.”
Leon sözünü yarıda kesti.
Yüzü dondu.
“Bana hiçbir şey yapmıyordu.”
“Ah.”
Geri adım attı ve inanamaz bir bakış attı. Daha da çok hayal kırıklığına uğramış görünüyordu.
“Beni aptal yerine koymaya mı çalışıyorsun? Hepsini gördüm.”
Hepsini görmek mi?
Sormaktan kendimi alamadım.
“Neyi gördün?”
Ne demeye çalıştığını anlamak için çabaladım.
“Cidden mi?”
İfadesi aşağılayıcı görünüyordu.
“Ne yapmaya çalıştığın o kadar açık ki. Geçmişte kaç defa aynı sahneyi gördüğümü sanıyorsun? Her zamanki gibi onu test kuklan olarak kullanıyordun.”
Test kuklası mı?
Arkadan bana bakan Leon’a baktım. Yüzü çok şey söylemiyordu ama hafif baş sallayışı bana bilmem gereken her şeyi söylüyordu.
Ah.
Demek öyleydi.
Tam konuşmak üzereydim ki aniden Leon konuştu.
“Bu sefer durum öyle değil.”
Gözleri genişledi.
“Hâlâ onu koruyor musun? Hatta-”
“Bana bir espri anlatıyordu.”
Ne?
Evelyn de ben de şaşırdık.
Espri mi?
Arkadan bana bakan Leon’a baktım. Neyden bahsediyordu bu?
Yüz ifadesi kayıtsız olsa da gözleri ‘Devam ettir’ der gibiydi.
Devam mı ettireyim?
“Bir espri mi?..”
Evelyn’in bakışlarını üstümde hissettim. Bana hayal kırıklığıyla dolu bir yüzle bakıyordu.
Neden bana öyle baktığını anlamıyordum ama bunu sürdürmem gerektiğini hissediyordum.
Bu yüzden,
“Evet, anlattım.”
Devam ettirdim.
“…”
Verdiği tek tepki sessizlikti. Kısa bir süre sonra bozdu.
“Sana o kadar kolay mı gözüküyorum?”
Aniden tenimin karıncalandığını hissettim. Daha önce bana bakışı hayal kırıklığıyla doluysa şimdi küçümseyerek bakıyordu.
“Ciddi soruyorum. Benimle dalga mı geçiyorsun?”
“Hayır.”
“Hah.”
Yüz ifadesi perişan bir hal almıştı.
Neden bilmiyorum ama bir şeyler yapmam gerekiyormuş gibi hissettim.
Bu yüzden,
“Kırmızı giyen erkeğe ne denir?” dedim.
Evelyn ağzını kapattığı zaman bir şeyler söylemek üzereymiş gibi görünüyordu.
“…”
Ağzımdan bir anda çıktı,
“Albay.”
Pişmanlık hızlı geldi.
“…”
Yüzüm yandı ama sabit tutmayı başardım. Dışarıdan saçma bir şeyler gevelemişim gibi görünüyordu.
Ama.
Evelyn aynı şeyi düşünmüyor gibiydi. Kısa bir anlık sessizlikten sonra kendini zayıf bir tebessüme zorladı.
“Sanırım beni gerçekten bir şaka olarak görüyorsun.”
Leon’a bakarken başını eğdi. Sonra ardına bakmadan gitti.
Sırtı çok kırılgan görünüyordu.
***
İlk başta yavaşlardı.
Tak, tak.
Adım attıkça mermer zemine vuran topuklarının sesi.
Tak, tak, tak.
Ama kısa zaman sonra acele etmeye başladılar.
Bütün bu zaman boyunca başı eğikti. Kampüsün cilali zemininden yüzünü görebiliyordu.
“Hah…”
Göğsündeki ateş ne kadar yürürse yürüsün sönmüyor gibi görünüyordu. Görüşü bulanıklaştı ve dudakları titredi.
“P-piç.”
Ayakları en sonunda durdu.
Önünde biri duruyordu.
“İyi misiniz?”
Şövalyesi Natasha’ydı. Uzun boyu, platin saçları ve berrak gözleri onu diğerlerinden farklı kılıyordu. Soylular Akademiye katılırken eşsiz avantajlara sahiplerdi. Kişisel görevlilerinden bir tanesini getirmelerine izin vardı.
Evelyn’in durumunda da Natasha’yı kendisiyle birlikte getirebilirdi. Bu, soylu ailelerin her çocuğun evlerinde taşıdığı politik değeri göz önünde bulundurarak aldıkları bir tedbirdi.
Verlice Hanesi İmparatorluktaki beş Vikont aileden biriydi. Doğal olarak ona eşlik edecek güçlü bir şövalye temin edebilmişlerdi.
“O muydu?”
Ve şövalyesi olduğundan doğal olarak onun durumlarının farkındaydı.
“…”
Evelyn’in sessizliği çok şey söylüyordu.
Natasha’nın kılıcını kavrayışı sıkılaştı.
“Demek oydu…”
Julien Dacre Evenus.
Bir isim dilinin ucunu karıncalandırdı.
Onun Evelyn ile olan ilişkisini tanımlamak güçtü. Bir noktada ikisi yakınlardı. Neredeyse aralarından su sızmazdı.
Ama işler belli bir noktadan sonra değişmişti.
Kişiliği değişmişti ve bitmek bilmeyen güç arzusu ortaya çıkmaya başlamıştı. Değişmişti ve hareketleri, izlemekten başka hiçbir şey yapamayan Evelyn’i etkilemeye başlamıştı.
Ve nihayetinde bu aralarındaki bağları koparmasını sağlamıştı.
Beş yıl geçmişti.
“Bilirsin, değiştiğini düşündüm.”
Evelyn zoraki güldü.
“Ne kadar safım, değil mi?.. Sonunda, her zaman böyle… H-hah.”
Göğsü titredi.
Dudakları da.
“Hayal kırıklığı üstüne hayal kırıklığı.”
Dişleri dudaklarını kıstırdı.
“Nihayetinde, onun için bir eğlence oldum.”
Natasha’nın yüzüne baktı. Öncesinin aksine gözleri daha berraktı ama hala biraz puslulardı.
Natasha’nın kılıcı tutuşu sıkılaştı.
O orospu çocuğu…
“Bana ne dediğini biliyor musun?”
Natasha başını salladı.
“Kırmızı giyen erkeğe ne denir?”
“Evet?”
Natasha gözlerini kırptı, ne olduğunu anlayamamıştı. Kırmızı? Erkek?
Ama Evelyn devam etti.
“Albay.”
“…”
Evelyn’in başı eğilirken omuzları titredi. Natasha’nın ifadesi aniden değişti.
“Genç Hanım?..”
En kötüsünden korkarak ona yaklaştı.
“İyi-”
Ama yarı yolda durdu.
Çünkü,
“Ahk.”
Ahk?..
“Genç Hanım?..”
Ağzını tutarken Evelyn’in dudaklarından garip bir ses kaçtı. Natasha şaşırdı. Neler oluyordu? Ve o henüz bir şey diyemeden Evelyn’in omuzları daha çok titremeye başladı.
“Genç-”
“Kaht.”
Kaht?..
Ağzından başka bir ses çıktı.
Natasha midesinin kasıldığını hissetti.
“Ne-”
Eli ona uzandı…
“Puha!”
Evelyn’in yanakları boşaldı ve ağzından bir kahkaha kaçtı.
“Haha-ha.”
Kahkahası zorlama görünüyordu. Natasha’ya baktı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
“Ne-neden bana böyle oluyor bilmiyorum…”
Gülmeye devam ederken keskin bir acı göğsünü delip geçti.
Eli gömleğine uzandı ve onu sıktı.
“Ne-neden böyleyim? Haha… Espri çok kötüydü ama neden…”
Çaresizce Natasha’ya baktı. Gözyaşları akmaya devam ediyordu ve göğsündeki acı şiddetleniyordu.
“Ha… Haha, neden gülmeyi bırakamıyorum?..”